İnsan hayatının en önemli yaş diliminin 0-6 yaş dilimi olduğu bilgisi artık toplumun bir çok kesiminde kabul edilmektedir. Bu konuda yapılan ve halen sürdürülen çalışmalar bu bilgiyi her zaman desteklemektedir. Bu önemli eğitim basamağı bir ülkenin tüm yurttaşları tarafından alınması gerekmekte olup, böylesi bir çalışma her devletin öncelikli hedefleri arasında olması gerekmektedir. Dolayısıyla Türkiye gibi genç nüfusa sahip ülkelerde, bu nüfusun kaçta kaçının bu döneme ait profesyonel eğitim aldığını incelemek önemlidir. Fakat ne yazık ki bugün Türkiye’nin okulöncesi eğitimden çocuklarının faydalanma oranı %20 ye bile varamamaktadır. Bu oran Avrupa ülkelerinde ve ABD’de en az %80 ile %100 arasındadır. Açıkçası devletin, yurttaşlarının böylesi bir dönemine yatırım yapmamasının kendisine nasıl bir yarar sağladığını (yeterli yatırım yapılmayarak), böylesi bir dönemi geçiştirerek nereye varmak istediğini açıklaması gerekmektedir.
Bugün ülkemiz yöneticilerinin, okulöncesi eğitimi yaygınlaştırma konusunda yaptıklarını ve ücretsiz ve zorunlu hale getirilmemesi konusunu bizlere gerçekten açıklaması gerekmektedir. Böylesi genç nüfusa sahip bir ülke, neden halkına yatırım yapmamakta, neden beynine değil bileğine kuvvet verdiren bir gençliği yetiştirmektedir.
Okulöncesi eğitimin Türkiye’deki yaygınlaşmasına engelleri ve %20 okullaşmasının da bir çok sorunu bulunmaktadır. Bunlardan başlıca başlıklara bakarsak;
1. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük bölgelerde yaşayan çocukların okulöncesi eğitimden yeteri kadar yararlanamaması; okulöncesi eğitimin ülkemizde ücretli olması sebebiyle, en iyi niyetle asgari ücretin yarısına varan aylık okul ücretleri, kurumların sadece orta ve yüksek ekonomik güce sahip ailelerin çocuklarına hizmet etmesini sağlamıştır. Bu durumun giderilmesi için devletin, kalkınmada öncelikli bölgelere (gecekondu, alt sosyo-ekonomik bölgelere) eğitim vermesi sağlanmalıdır.
2. Eğitim veren anasınıfları ve ilköğretim 1. sınıfın eğitim içeriğinin farklı olması, çoğu zaman alınan okulöncesi eğitimin çocuğun 1. sınıfa uyumunu zorlaştırması; bu sorunun çözümü ise hiç olmazsa ilköğretim 1. sınıfın programının işleyiş tarzının okulöncesi eğitim kadar esnek olabilmesidir.
3. Var olan okulöncesi eğitim kurumlarının pek çoğunun yaş gruplarına göre eğitim verememesi, bu noktada mümkün olduğu kadar sınıfların yaş gruplarına göre düzenlenmesi ya da öğretmenin birleştirilmiş sınıflarda eğitim konusunda yeterli olması gerekmektedir.
4. Türkiye’de çalışma bakanlığına bağlı okulöncesi eğitim kurumlarının sayılarının az olması. İş yerlerindeki kadın nüfusuna göre okulöncesi eğitim kurumlarının açılması konusunda zorunluluk takip edilmelidir.
5. Okul müdürlerinin ve çoğu zaman okula alınan yardımcı personelin alan hakkında bilgi yetersizliği veya bilgisinin hiç olmaması, bu kurumlarda çalışan personelin mümkün olduğu kadar çok hizmetiçi eğitim alması konusunda teşvik edilmelidir.
6. Okulöncesi öğretmenliğinden mezun öğretmen adayların hepsinin Maliye Bakanlığı tarafından atanmaması, var olan okulöncesi eğitim kurumlarının öğretmensiz kalmaması konusunda Maliye Bakanlığı aldığı kadro sayısını çoğaltmalıdır.
7. Okulöncesi eğitim kurumlarında sağlık personelinin olmaması, kazalar açısından risk grubu yüksek kurumlar olan okulöncesi eğitim kurumlarında mutlaka bir sağlık personelin olması gerekmektedir.
8. Okulöncesi eğitim kurumlarını denetleyen müfettişlerin alandan olmaması, kurumları gerçekten bilen kişilerin teftiş etmesi önemlidir.
9. Kurumların denetlenmesinde belli bir standardizasyon ve koordinasyonunun olmaması, denetleyen kişiye bırakılması,
10. Eğitim bakanlığı bütçesinden alana ayrılan payın azlığı ve özel sektöre teşvik uygulamalarının olmaması,
11. Var olan okullarda donanım eksiklikleri, okullarda yeterli sayıda oyuncak ve malzemenin olmamasıdır.
Okul öncesi eğitim kurumları çocukların bedensel, psiko-motor, sosyal, duygusal, zihinsel ve dil gelişimlerine yardımcı olan, onları ilköğretime ve gelecekteki toplumsal yaşama hazırlayan bunu da anne-babaların desteğiyle ve gerektiğinde onları da eğiterek yapan, eğitim kurumları olarak işlevlerini yerine getirmektedirler. Kişiliğin temelinin atıldığı kritik bir dönem olarak adlandırılan okul öncesi yıllarda verilen eğitimin, tüm eğitim kademelerini, hatta tüm yaşamı etkilediği düşünüldüğünde bu dönemde verilen eğitimin önemi bir kat daha artmaktadır. Dolayısıyla ülkemizin halen 20% lerdeki okulöncesi eğitim okullaşma oranı 2006 yılına girerek açıklanması zor bir sayısal bilgidir.
Dilek EROL
Bugün ülkemiz yöneticilerinin, okulöncesi eğitimi yaygınlaştırma konusunda yaptıklarını ve ücretsiz ve zorunlu hale getirilmemesi konusunu bizlere gerçekten açıklaması gerekmektedir. Böylesi genç nüfusa sahip bir ülke, neden halkına yatırım yapmamakta, neden beynine değil bileğine kuvvet verdiren bir gençliği yetiştirmektedir.
Okulöncesi eğitimin Türkiye’deki yaygınlaşmasına engelleri ve %20 okullaşmasının da bir çok sorunu bulunmaktadır. Bunlardan başlıca başlıklara bakarsak;
1. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük bölgelerde yaşayan çocukların okulöncesi eğitimden yeteri kadar yararlanamaması; okulöncesi eğitimin ülkemizde ücretli olması sebebiyle, en iyi niyetle asgari ücretin yarısına varan aylık okul ücretleri, kurumların sadece orta ve yüksek ekonomik güce sahip ailelerin çocuklarına hizmet etmesini sağlamıştır. Bu durumun giderilmesi için devletin, kalkınmada öncelikli bölgelere (gecekondu, alt sosyo-ekonomik bölgelere) eğitim vermesi sağlanmalıdır.
2. Eğitim veren anasınıfları ve ilköğretim 1. sınıfın eğitim içeriğinin farklı olması, çoğu zaman alınan okulöncesi eğitimin çocuğun 1. sınıfa uyumunu zorlaştırması; bu sorunun çözümü ise hiç olmazsa ilköğretim 1. sınıfın programının işleyiş tarzının okulöncesi eğitim kadar esnek olabilmesidir.
3. Var olan okulöncesi eğitim kurumlarının pek çoğunun yaş gruplarına göre eğitim verememesi, bu noktada mümkün olduğu kadar sınıfların yaş gruplarına göre düzenlenmesi ya da öğretmenin birleştirilmiş sınıflarda eğitim konusunda yeterli olması gerekmektedir.
4. Türkiye’de çalışma bakanlığına bağlı okulöncesi eğitim kurumlarının sayılarının az olması. İş yerlerindeki kadın nüfusuna göre okulöncesi eğitim kurumlarının açılması konusunda zorunluluk takip edilmelidir.
5. Okul müdürlerinin ve çoğu zaman okula alınan yardımcı personelin alan hakkında bilgi yetersizliği veya bilgisinin hiç olmaması, bu kurumlarda çalışan personelin mümkün olduğu kadar çok hizmetiçi eğitim alması konusunda teşvik edilmelidir.
6. Okulöncesi öğretmenliğinden mezun öğretmen adayların hepsinin Maliye Bakanlığı tarafından atanmaması, var olan okulöncesi eğitim kurumlarının öğretmensiz kalmaması konusunda Maliye Bakanlığı aldığı kadro sayısını çoğaltmalıdır.
7. Okulöncesi eğitim kurumlarında sağlık personelinin olmaması, kazalar açısından risk grubu yüksek kurumlar olan okulöncesi eğitim kurumlarında mutlaka bir sağlık personelin olması gerekmektedir.
8. Okulöncesi eğitim kurumlarını denetleyen müfettişlerin alandan olmaması, kurumları gerçekten bilen kişilerin teftiş etmesi önemlidir.
9. Kurumların denetlenmesinde belli bir standardizasyon ve koordinasyonunun olmaması, denetleyen kişiye bırakılması,
10. Eğitim bakanlığı bütçesinden alana ayrılan payın azlığı ve özel sektöre teşvik uygulamalarının olmaması,
11. Var olan okullarda donanım eksiklikleri, okullarda yeterli sayıda oyuncak ve malzemenin olmamasıdır.
Okul öncesi eğitim kurumları çocukların bedensel, psiko-motor, sosyal, duygusal, zihinsel ve dil gelişimlerine yardımcı olan, onları ilköğretime ve gelecekteki toplumsal yaşama hazırlayan bunu da anne-babaların desteğiyle ve gerektiğinde onları da eğiterek yapan, eğitim kurumları olarak işlevlerini yerine getirmektedirler. Kişiliğin temelinin atıldığı kritik bir dönem olarak adlandırılan okul öncesi yıllarda verilen eğitimin, tüm eğitim kademelerini, hatta tüm yaşamı etkilediği düşünüldüğünde bu dönemde verilen eğitimin önemi bir kat daha artmaktadır. Dolayısıyla ülkemizin halen 20% lerdeki okulöncesi eğitim okullaşma oranı 2006 yılına girerek açıklanması zor bir sayısal bilgidir.
Dilek EROL