Merhabalar Okul Öncesi Forum Resmi Web Sitesi 'Biz BÜYÜK Bir Aileyiz'

Foruma ücretsiz kayıt olarak mesaj gönderebilir, yeni konular oluşturabilir ve diğer üyeler ile etkileşim içine olabilirsiniz.

oyunun çocuk üzerindeki etkisi

Katılım
4 Eki 2013
Mesajlar
14
Tepki Skoru
0
Puanları
0
Oyun çocuğun yaşantısının doğal bir parçasıdır ve çocuk için oyun onun gelişimi açısından aldığı gıdalar kadar önemli bir yere sahiptir (Jones, 2000). Oyun, çocuğa hiç kimsenin öğretemeyeceği konuları, kendi deneyimleriyle öğrenmesi yöntemi olarak adlandırılmaktadır (Yavuzer, 2003). Oyunun önemi konusunda gelişim psikologları ve eğitimcilerin hemfikir oldukları görülmektedir. Oyun, bu öneminden dolayı BM Çocuk Hakları Sözleşmesine de (1959) girmiştir.

Oyunun çocuğun gelişiminde taşıdığı önemden dolayı bugün bütün eğitim programlarının vazgeçilmez parçasıdır. Oyun çocuklar için en uygun öğrenme yöntemidir. Çocuk için oyun beslenme ve uyku kadar önemlidir (Aral, Gürsoy ve Köksal, 2000).

Çocuk, oyun yoluyla birikmiş enerjisini toplumsal açıdan kabul edilen yolla boşaltma olanağı bulmaktadır. Ayrıca oyun, çocuğun en güçlü ve doğal dürtülerinden biri olan saldırganlık dürtüsünü boşaltmasına yardımcı olur (Yavuzer, 2003).

Oyun oynama ve konuşma fırsatından yoksun olan çocukların yeteri kadar gelişmeyeceği; oynama ve konuşmaya cesaretlendirilmeyen çocukların erken yaştaki öğrenmelerinin gecikebileceği bildirilmektedir (Oktay, 2000).

Oyun çocuk için eğlenceli ama amaçsız değildir, çocuklar oyunda duyu-hareket ve biliş becerilerinin birçoğunu vurgular ve denetler, kavramları, toplumsal farkındalığı ve toplumsal davranışı geliştirirler. Yalnızca koşma bile eşgüdümlemeyi ve dengeyi artırır (Gander ve Gardiner, 1998).

Oyun, çocuğun kurallara uyma, işbirliği, paylaşma, başkalarının haklarına saygı gösterme, sorumluluk alma gibi duygularını geliştirir. Çocuğun bu kazançları ile birlikte, oyundaki yeteneklerini denemesi, başarılı deneyimlerde bulunması olumlu benlik duygusu geliştirmesini sağlar. “Ben yapabiliyorum, başarabiliyorum” diye düşünen çocuk, sağlıklı ruh ve kişilik yapısı için gerekli duyguyu kazanır (Özer ve Tanyolaç, 1995).

Bir çocuğun oyunu, onun kendisini güvende hissedeceği bir yerde, bir insana ya da bir objeye karşı belirli bir bağlam içinde ortaya çıkar. Çocuk, bir yandan fiziksel ve zihinsel çaba harcayıp çeşitli beceriler geliştirirken, bir yandan da eğlenmektedir. Çocuk oyuna dalar, yoğunlaşır ve bireysel veya bir grubun üyesi olarak hayali bir dünyaya gider (Sayeed ve Guerin, 1997). Oyun, karmaşık bir davranıştır ve kendiliğindenlik ve eğlence içeren dinamik bir süreçtir (Özdoğan, 1997).

Oyunla ilgili çok çeşitli tanımlar vardır. Bunlara örnek olarak aşağıda birkaç tanesi verilmiştir:

Oktay’a (2000) göre oyun; çocuk için işle eşdeğer sayılabilecek ciddi bir uğraştır.
Piaget’ye göre, oyunun dış dünyadan alınan uyaranları özümleme ve uyum sistemine yerleştirme yolu olduğu aktarılmıştır (Aral ve arkadaşları, 2000).

Sheridan (1977, aktaranlar Sayeed ve Guerin, 1997)’a göre oyun; önemli yararlar elde etmek için hoşnutluk içinde fiziksel ve zihinsel çaba ile yapılan istekli meşguliyettir.

Oyun çocuğun, usgücü yaratmalarına, bedensel devinimlerine ve bunların bileşiminden oluşan etkinliklere denir ( Seyrek ve Sun, 2003).

En geniş anlamıyla oyun şöyle tanımlanmıştır: Oyun, belli bir amaca yönelik olan veya olmayan, kurallı ya da kuralsız olarak gerçekleştirilen, her durumda çocuğun isteyerek ve hoşlanarak yer aldığı fiziksel, bilişsel, dil, duygusal ve sosyal gelişimin temeli olan, gerçek hayatın bir parçası ve çocuk için en etkin öğrenme sürecidir (Aral ve arkadaşları, 2000).
I.1.b. Oyun Kuramları
Çocuk açısından ele alınan oyun, insanlık tarihi kadar eskidir. Birçok arkeolojik kazılarda, eski medeniyetlerden kalma çocuk oyuncakları bulunduğu belgesellere ve filmlere konu olmuş, bulgular müzelerde sergilenmiştir. Divan-ü Lügat-it Türk’te oyun birçok defa geçmektedir. Burada günümüzdeki anlamlarına benzer şekilde kullanılan oyun, eğlence, oyalanma için yapılan çocuksu aktivite olarak kullanıldığı gibi yarış ve kumar anlamlarında da kullanılmıştır. Akyüz (1994) Türk çocukların oynadıkları oyunlarla ilgili en eski bilgilerin Divan-ü Lügat-it Türk’te bulunduğunu belirtmektedir. Bazılarının günümüzde de oynandığı eski Türk oyunlarının bir kısmı şunlardır:
Münğüz münğüz, aşık, çenğli menğli, büzüşmek, tepük (ayakla oynanan top oyunu), ceviz, çelik çomak, bebek.
Oyun ve oyuncakların Osmanlı döneminde de önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Tarih Vakfının internet sitesinde yayınladığı bir habere göre Eyüp 17. yüzyıldan itibaren oyuncakçılığın merkezi olmuş ve burada oyuncak sanayii oluşmuştur. 1957 yılına kadar varlığını sürdüren Eyüp Oyuncakları Merkezi bu tarihte yol yapım çalışmaları ile ortadan kaldırılmıştır.
Oyunun kuramsal yönü ile ilgili 19. yüzyılın sonlarına doğru teorilerin ortaya atıldığı bildirilmektedir (Özdoğan, 1997). Oyunla ilgili en eski kuram olarak, oyunun dinlenme gereksiniminden kaynaklandığını ve yorgunluğu gideren bir faaliyet olduğunu savunan görüş olduğu belirtilmektedir (Yavuzer, 2003).

Özdoğan (1997), araştırmacıların oyun üzerine teorilerini kurarlarken ait oldukları kurama göre düşündüklerini bildirmiştir. Buna göre, Bühler (1926) ve Piaget (1945) gelişim psikolojisi açısından; Heckhausen (1964) ve Berlynel (1969) motivasyonel açıdan; Murphy (1937) sosyolojik açıdan; Erikson (1943), Axlein (1947) ve Schmitchen (1974) ise klinik ve terapi yönünden çocuk oyunları üzerine düşüncelerini belirtmişlerdir.

Aral ve arkadaşları (2000), oyun kuramlarını üç grupta incelemişlerdir. Bunlar klasik, dinamik ve diğer oyun kuramlarıdır.
I.1.b.1. Klasik Oyun Kuramları
Klasik oyun kuramı on dokuzuncu yüzyılın sonlarına ve yirminci yüzyılın başlarına tarihlenmektedir (Dockett ve Fleer, 1999; aktaranlar Verenikina, Haris ve Lysaght, 2003). Klasik oyun kuramcıları çocuk oyunlarında gücün harcanmasına bakmışlar ve daha çok oyunun fiziksel ve içgüdüsel yönlerine odaklanmışlardır (Verenikina ve arkadaşları, 2003). Klasik oyun kuramları dört grupta incelenmektedir.

i. Fazla Enerji Kuramı
Bu kuramın temsilcileri Friedrich Schiller ve Herbert Spencer’dir. Bu kurama göre oyun, organizmada bulunan fazla enerjinin harcanmasıdır. Oyun, organizmanın çalışması için gerekli olan enerjiden fazla enerjiye sahip olduğunda oynanır. Fazla enerjinin harcanması olarak nitelendirilen oyun sayesinde gerginlik azalır. Spencer’e göre sağlıklı çocuk, sağlıklı olmayandan daha çok oyunlar oynar (Aral ve Arkadaşları, 2000).

ii. Dinlenme Kuramı
Dinlenme kuramına göre oyunda amaç çalışırken azalan enerjinin tekrar kazanılmasıdır. Bu kuram, günlük faaliyetler sonucu oluşan yorgunluğu gidermek ve dinlenmek için oyunun gerekli olduğunu ileri sürer. Bu kuramın temsilcilerinden Moriltz ve Lazarus oyunun, yorucu bir çalışma döneminden sonra organizmanın belirli bir dinlenme etkinliğine gereksinimi olduğunda oynanıldığını belirtmiştir. Buna göre fazla enerji kuramının tam tersine oyun, organizmanın az enerjiye sahip olduğunda enerjiyi arttırmak için oynanır. Fazla enerji kuramında olduğu gibi bu kuramda da oyunun şekli ve içeriği önemli değildir (Aral ve Arkadaşları, 2000). Lazarus (1883, aktaran Özdoğan, 1997) oyunun kendiliğinden ortaya çıkan hedefi olmayan, mutluluk getiren serbest bir aktivite olduğunu belirtir.

iii. Öncül Deneme Kuramı
Öncül deneme kuramının kurucusu Karl Gross’tur. Geçmişte edinilen içgüdüsel alışkanlıklar, gelecekte edinilen içgüdüsel alışkanlıkların oluşmasında rol oynar. Oyun bu oluşumda çok önemli bir yer tutar (Aral ve Arkadaşları, 2000). Karl Gross oyunu “Zekâya sahip gelişmiş canlılarda yaşamın başlangıcında, taklit yoluyla gelecekteki yaşam için gerekli davranışları geliştirmektir” şeklide tanımlamaktadır (Oktay, 2000). O’na göre oyun gerçek yaşama alışma egzersizidir, oyun, bireyi günlük yaşamında karşılaşacağı zorluklardan korumaya hazırlar ve çocuktaki kavga gibi ilkel saldırganlık eğilimler oyun yoluyla boşalabilir (Yavuzer, 2003).


iv. Tekrarlama Kuramı
Tekrarlama kuramının temsilcisi Stanley Hall’dur. Tekrarlama kuramına göre, herhangi bir çocuk oyun faaliyeti ile kendi ırkının tarihini tekrarladığı kabul edilir. Hall’un tekrar kuramına göre, bir birey yaşamı boyunca daha önce kendi türünün geçirmiş olduğu gelişme seyrinin aynını geçirecektir. Oyun bunun açık seçik belirtisidir. Bu kurama göre oyunla gelecekteki davranışlar arasında hiçbir ilgi kurulamaz. Oyunla, ırkın geçmişindeki davranışlar arasında ilgi kurulabilir. Hall’un kuramı bilimsel bulgularla çeliştiği ve bilim adamlarınca kabul edilmediği belirtilmektedir (Aral ve arkadaşları, 2000).
I.1.b.2. Dinamik Oyun Kuramları
Dinamik Kuramlar klasik kuramlardan farklı olarak çocuğun oyunu niçin oynadığını değil, çocuğun oyununun içeriğini anlamaya çalışır. Dinamik oyun kuramcıları Sigmund Freud ve Jean Piaget’tir (Aral ve arkadaşları, 2000).

i. Freud’un Oyun Kuramı
Freud oyunun çocuğun duygusal gelişimindeki etkisi üzerinde durmuştur. Freud, ilk çalışmalarında, id’in özellikleri üzerinde yoğunlaştığı sırada oyunu, çocukların yasaklanan dürtülerini ifade etmeleri için güvenli bir fırsat olarak görmüştür. Sonraları ego işlevselliği üzerinde yoğunlaşmaya başladıkça, oyunun çocuğun önceki örseleyici olayların üstünden gelmesine imkân tanıdığını öne sürmüştür.

Freud’a göre çocukların oyunları rastgele şans eseri olmayıp, bireyin farkında olduğu veya olmadığı duyguları belirtir. İnsanların duyguları, arzuları denetimden uzak olan oyunda, düş ve fantezilerde ortaya çıkar. Ayrıca oyun, çocuğun rahatsız edici olay veya duruma karşı geliştirdiği hareket ve etkinlikle duruma egemen olmasını sağlar. Bu da bozulan dengenin yeniden kurulmasına ve hazlara yönelmede önem taşır (Aral ve arkadaşları, 2000).

ii. Piaget’in Oyun Kuramı
Piaget’in oyun kuramı ise bilişsel gelişime dayanır. Piaget oyunu yapısal olarak ele almıştır. Piaget’e (2000) göre oyun; insan davranışlarında bulunan ve çocuğun bilişsel gelişimini destekleyen önemli bir unsurdur.

Gelişim psikolojisinde Piaget’in oyun kuramı en kapsayıcı ve tanımlayıcı açıklama olarak yaygın şekilde kabul görmüştür. Oyun, çocuğun düşünmeyi nasıl başardığının bir göstergesidir. İşlem öncesi dönemdeki çocuk, çevresiyle benmerkezci algılama yoluyla etkileşirken anlamsal bütünlükler oluşturur. Oyun oynarken çocuk, çoğunlukla uyarlama yapar ve bu süreci kendi anlam sistemine yerleştirir. Düşsel oyunun rolü, çocuğun yeni yeni gelişen bilişsel becerilerinin alıştırmasıdır. Böylece çocuk bu becerileri güçlü biçimde yerleştirir ve onların yanlış kullanım yoluyla kaybolmasını engeller. Dolayısı ile Piaget’e göre oyun, uyumsal zekânın kendini düzenleme yönünün eksikliğinden dolayı, bilişsel gelişimin bir parçası değildir ve oyun ancak bütünleştirici ve güçlendirici bir işleve hizmet etmektedir (Fink, 1994).

Çocuklar büyüdükçe oyunları daha sosyal olur. İlk çocukluk döneminde daha çok kendini merkeze alan çocuk, orta çocukluk döneminde diğer kişilerle ilgilenir ve onlara güvenir. Kuralların yeni yeni önem kazanmaya başladığı bu dönemde çocuklar, oyunda kimin kazandığı ya da kaybettiği ile değil, oyunun nasıl oynandığı ile ilgilidirler. Kuralların fazlasıyla bilincinde olan çocuk, oyunda hem grubun ilgisini hem de kendisini nadiren de olsa düşünebilir. Kuralları bozuyor olsa bile bunu bilerek veya kötü niyetle yapmaz (Charles, 2000).

Piaget (2000), oyunun zihinsel gelişime dayalı evrelerini üçe ayırmıştır. Bunlar:

a. Alıştırmalı Oyun Dönemi (0–2 yaş) : Motor faaliyetlerin en belirgin olduğu bu dönemde oyun, çocuğun bedenini nesneleri ve bunların işlevlerini öğrenerek tekrarlaması ve bunu oyun haline getirmesidir. Bakma, emme, ellerini açıp kapama ve diğer bedensel eylemler ile bedenini, çevresini, çevresindeki nesneleri keşfetmekte, bedeninin ve nesnelerin işlevini öğrenmektedir. Çocuk öğrendiklerini oyuna dönüştürmekte ve öğrenimli hareketleri tekrarlamaktadır (Aral ve arkadaşları, 2000).

b. Sembolik Oyun Dönemi (2–11 yaş) : Sembolik oyun çocuğun düşünme yeterliliğinin bir işlevidir. Sembolik oyunda çocuk gerçeği dışsal baskılar olmaksızın kendine göre biçimlendirmektedir ve bunu ben’i doyurmak için yapar. Gerçekte olan önemli olayları oyunda kullanan çocuk, gerçeğe uyma zorunluluğu olmadığı için değişiklikler oluşturur. Sembolleştirme ile koltuk eve, ayakkabı arabaya dönüşebilir; çocuk oyunlarında baba-anne, doktor ya da hayvan rollerine girebilir. Çocuğun sembolleştirme yeteneği onun bilişsel gelişimi ile doğru orantılı olarak artmaktadır.

c. Kurallı Oyun Dönemi (12 yaş ve sonrası) : Okulöncesi dönemde çocuğun oyunlarında kural kavramının olmadığını belirten Piaget, altı-oniki yaşlarda kuralların farkındalığının oluştuğunu ve çocuğun bu kuralların değişmeyeceğine inandığını söylemektedir. Oniki yaşındaki çocuklar kuralların konuluş amaçlarını ve değiştirilebileceğini anlayabilirler. Oyun kadar kurallarında önemli olduğu ve uymayanların cezalandırıldığı bu dönemde çocuk benmerkezci düşünceden kurtulur ve sosyal normlara uymayı öğrenir (aktaran Aral ve arkadaşları, 2000).
I.1.b.3. Diğer Oyun Kuramları
Bu grupta diğer iki grupta yer almayan düşünür ve araştırmacıların görüşlerine yer verilmiştir.
i. Helanko’nun Sistem Kuramı
Helanko (1958) oyunu bireyle çevresi arasında bir ilişki olarak görür. Birey ve çevresi bir sistem oluştururlar. İki kutuplu bu sistemde birey özne kutbu, çevre nesnel kutbu oluşturur. Nesne, bir eşya ya da bir düşünce ise Helanko buna primer sistem der; eğer bir bireyse sosyal sistem olarak değerlendirir. Oyunda nesne, birey tarafından serbest olarak seçilir, oyun ve oyun davranışı denilebilmesi için, dışarıdan hiçbir zorlama olmadan birey kendi faaliyetlerini veya oyun arkadaşını seçebilmelidir (Özdoğan, 1997). Çocuk kendi kendine bir oyun ortamından diğer bir oyun ortamına geçebilir ve böylece olumsuz etkileri de ortadan kaldırabilir (Aral ve Arkadaşları, 2000).
ii. Berlyne’in Heyecan Arama Kuramı
Helanko, bireyin çevresi ile olan ilişkisini oyun teorisinin temel noktası olarak ortaya koymuştur. Bunun üzerine şöyle bir soru geliştirilebilir: “Birey çevre ile hangi açıdan ilişkiye girer ve bu kadar çok imkân olduğu bir ortamda, niçin belli bir obje dikkatini çeker?”. Böyle bir problem çerçevesinde Berlyne (1960, aktaran Özdoğan, 1997) genel bir davranış modeli olan “heyecan arama” kavramını ortaya koymuştur. Berlyne’e göre hareketsiz durma organizmanın tabii durumu değildir. Organizma aktif olarak devamlı çevresi ile etkileşim içindedir.

Berlyne, içsel olarak motive edilen davranışların merkezi sinir sisteminin fonksiyonlarına hizmet ettiğini, dışsal olarak motive edilen davranışların ise doku ihtiyaçları tarafından kullanıldığını ileri sürmüştür. Keşif ve oyun arasındaki ayırım oyunu tanımlamada önemlidir. Berlyne oyunu genel uyarılmışlık halinin altındaki istenmeyen bir durumdan kaçış olarak görür (Aral ve Arkadaşları; 2000).
iii. Heckhausen Kuramı
Heckhausen (1964, aktaran Özdoğan, 1997), Berlyne’in heyecan arama kuramına dayanan genel davranış modelini oyun konusuna aktarmıştır. Ona göre birey bir iç gerginlik yaşarsa ve korku ya da engellemelerden kurtulmak isterse oyunu seçer ve oyunda rahatlamak ister. Eğer oyun fazla dikkat toplama gerektiriyorsa ya da yarış varsa yine organizma yine gergindir. Bu nedenle korku ve heyecan azalacağına artar.
iv. Karr Kuramı
Karr’a göre oyun, bedenin gelişimini sağlayan, uyarıcı bir etkendir. Bazı alışkanlıklar oyun yoluyla yinelenirken edinilir. Karr’a göre, oyunun bir de arındırma işlevi vardır. Oyun, bireyde var olan anti-sosyal eğilimlerden onu arındırır. Zararlı olan bu eğilimler, oyun yoluyla kanalize edilir, yönlendirilir (Yavuzer, 2003).
v. Vygotsky Kuramı
Vygotsky’nin oyun kuramı, oyunun kökeni ve rolüne ilişkin analizlere dayanmaktadır. Vygotsky’e göre oyun, erken çocukluk döneminde ortaya çıkan ve gerçekleştirilemeyen isteklere karşı tepki olarak oluşur. Çocuk oyun aracılığı ile gerçekleşemeyen isteklerini düşsel olarak gerçekleştirir. Oyunun önemi, istek doyurma ya da karşılama şeklinde değil daha çok düş gücünün ortaya çıkarılması şeklinde açıklanır (Aral ve Arkadaşları; 2000).

Vygotsky oyunu, anlam çıkarma ve öğrenmeye yönlendirme olarak kabul eder. Oyunun çocukta neleri özgür kıldığını, neleri sınırlandırdığını ortaya koymak istemiştir. Yine Vygotsky, oyunun haz verici özelliğini olduğu kadar, kuralcı yanını da vurgulamıştır (Yavuzer, 2003). Ona göre oyun, çocuğun gizil gücüne ulaşmasına yardım eden kolaylaştırıcı gibi davranır ve sembolik oyun, soyut düşünmenin gelişimi için çok önemli olarak tanımlanır (Sayeed ve Guerin, 1997) Ayrıca o oyunun sosyal ve kültürel olarak belirleyici olduğunu öne sürmektedir. Çocuklar gerçek hayattaki rolleri (doktor ve polis gibi) oynayarak, sosyal roller ve kurallar ile ilgili zihinsel örneklem oluşturmaktadır (Verenikina ve arkadaşları, 2003).
vi. Parten Kuramı
Parten’in kuramı ABD’de en yaygın olarak kabul edilen bir sistemdir (Smith ve arkadaşları, 1994). Parten, oyunun çocuğun gelişiminde oyunun sosyal yönünü ele alarak oyun evrelerini dört grupta incelemiştir (Akyol, 2002). Bunlar:

a. Tek başına Oyun (0–2 yaş) : 0–2 yaş dönemindeki çocuk için nesneleri yakalamak, ağzına götürmek, nesneleri atıp arkasından bakmak türü davranışlar birer oyundur. Canlı renkli, ses çıran oyuncaklar çocukların hoşuna gider. Çocuk bu dönemde kendi başına oyun oynamaktan hoşlanır

b. Paralel Oyun (2–4 yaş) : Aynı ortamda, birkaç çocuk birlikte oynarken aralarında iyi bir iletişim olmasa da yavaş yavaş sosyalleşme ve işbirliğine dayalı oyunlar başlar. Çocuk, seçtiği etkinlikle başkalarına yakın olmakta ancak daha çok kendi oyuncağına yoğunlaşmaktadır.

c. Birlikte Oyun (4–6 yaş) : Çocuğun çevreye ilgisi artmıştır ve diğer çocuklarla birlikte oynamakta, gruba katılmakta, iletişime geçmektedir. Oyun oynarken 2–3 çocuk aynı oyunda yer almakta, aynı oyun malzemesini kullanmakta ancak her biri kendi oyununu oynamaktadır. Çocuklar oyuncakları değiştirebilmekte ya da biri diğerini izleyebilmektedir.

d. Kooperatif Oyun (6–8 Yaş) : Bu dönemde çocuklar daha az benmerkezcidir ve başkaları ile işbirliği yapabilecek aşamaya geldiklerinden iletişim kurarak grup oyunlarına katılabilirler. Önceleri iki-üç kişilik gruplar halinde ve kısa süreli olan oyunlar daha sonra daha kalabalık gruplar halinde oynanmakta ve daha uzun sürmektedir. Paylaşma ve işbirliğine dayalı başarma duygusuna dayalı oluşmuş gruplarla oyunlar oynanmaktadır. Kooperatif oyunda temel amaç, topluca organize olarak belirli bir sonuca ulaşmaktır.
I.1.c. Çocuk ve Oyun
20. yüzyıl birçok açıdan çocuklar açısından önemli gelişmelerin olduğu bir yüzyıl olmuştur. Montessori (1999) İsveçli bir yazarın 20. yüzyılın “çocuk çağı” olacağına dair öngörüsünü adeta kehanet olarak nitelemekte ve çocuk, insanlığın ileri adımlarını belirleyecek ve belki de onu daha üstün bir uygarlık biçimine eriştirecek, demektedir. 21. yüzyılın başında olduğumuz şu zamanda çocuk psikolojisi, eğitimi, sağlığı, edebiyatı ile ilgili geçen yüzyıldan tarihin hiçbir devrinde olmadığı kadar bilgi birikimini devraldık. Özellikle çocuk psikolojisi ve eğitimi ile ilgili kaynaklara baktığımızda bir nokta var ki herkesin bu konuda hemfikir olduğunu görebiliriz; oyun.

Çocuğun büyük önem kazandığı geçen yüzyılda, çocuklar için en başta yeni okullar açıldı, oyun parkları, çizgi filmler, oyuncaklar yapıldı ve kitaplar yazıldı. Şehir planlamacıları çocukları düşünmeden şehirler kurmadılar, oyuncakçılık bir sektör haline geldi ve 21. yüzyılın başındayız ve oyuncak konusunda insanlık, tarihinin zirvesinde yer almaktadır denilebilir. Oyun insanlar için sonradan keşfedilmiş olmadığı gibi, tarih boyunca nasıl var ise gelecekte de var olmaya devam edecektir (Poyraz, 2003). Çocukların olduğu her yerde oyun ve oyuncak vardır ve çocukluk çağının bilinen en önemli unsuru oyundur denebilir.
I.1. c.1. Çocuğun Gelişimi Açısından Oyun
Oyun, çocuğun yaşantısının doğal bir parçası olduğu gibi gelişiminde de aldığı gıdalar kadar önemli yer tutar. Oyun çocuğa öğrenme zemini hazırlarken, bu etkinlikler sayesinde çocuk objeleri tutma ve kullanma, bedenini kontrol etme, nesnelerin işleyiş tarzlarını kavrama yeteneği kazanır ve iletişim becerilerini geliştirir (Jones, 2000). Çocuk doğumunun ilk aylarında belki de anne karnında iken oyun becerileri sergileyebilmektedir. Bu bağlamda çocuğun, öfke, korku gibi heyecan belirtileri ve beslenme dışındaki her türlü davranışı oyun diye nitelendirilmektedir (Clapare; aktaran Yavuzer, 2005)

Piaget, oyunu çocuğun var olan bilgi, beceri ve anlayışını birleştirerek öğrenme deneyimleri oluşturması şeklinde tanımlamaktadır. Bu, çocuğun bilişsel becerileri ile gittikçe artan karmaşık oyun aktivitelerinin birlikte kullanılmasıyla başarılır (Sayeed ve Guerin, 1997). Üç-altı yaş grubu çocuklar hızlı bir şekilde fiziksel, dil ve bilişsel gelişim doğrultusunda ve genellikle oyun içinde bir öğrenme sürecine girerler. Bu yaş grubu çocukları için en önemli öğrenme ortamı oyundur (Atay ve Şahin; 2004). Oktay’a (2000) göre, oyun oynama ve konuşma fırsatından yoksun çocuklar yeteri kadar gelişememektedir. Hatta öyle ki, oyun oynamaya ve konuşmaya cesaretlendirilmeyen çocuklarda erken yaştaki öğrenmeleri gecikebilir. Oyun oynama sürekli bir öğrenme deneyimidir (Singer ve Singer, 1998)
i. Bilişsel Gelişim ve Oyun
Çocukta bilişsel gelişime geçmeden önce insan beyninden söz edilecektir. Böylelikle gelişimin en önemli unsurunu yani beyni kısaca ele almış olacağız.

İnsan beyni hala gizemi çözülememiş olsa da sırları her geçen gün aydınlanan ve farklı bir kozmosmuş gibi izlenim veren bir yapıdır. Doğduğunda bir yetişkinin dörtte biri kadar ağırlığa sahip olsa da bebeklerin beyni ömrü boyunca sahip olacağı nöronların tümüne sahiptir. Beynin ağırlığı, nöronların fazlalığı zekâ ile bağlantılı değildir. Nöronlar uyarılma ve alınan uyarıcıyı iletebilme özelliğine sahiptir (Selçuk, Kayılı ve Okut, 2002).

Büyüklük ve görünüş olarak birbirlerinden farklı olsalar da nöronlar hücre gövdesi, dendrit, akson ve sinaptik terminallerden oluşurlar. Nöronlar işlevlerine bağlı olarak üç kategoriye ayrılırlar: Duyusal nöronlar, reseptörlere (duyu organları, kaslar, deri ve eklemlerdeki özelleşmiş hücrelerdir) ulaşan itkileri merkezi sinir sistemine iletirler. Motor nöronlar, beyinden ya da omurilikten çıkan mesajları nihayi organlara, yani kaslara ve salgı bezlerine taşır. Ara nöronlar, duyusal nöronlardan gelen mesajları alır ve diğer ara nöronlara veya motor nöronlara itki gönderirler. Ara nöronlar sadece beyinde gözlerde ve omurilikte bulunur (Atkinson, 1999).

Beynin büyümesi daha fazla nöron oluşturarak değil, zaten var olan nöronların genişlemesinden, akson sayısının ve dendritlerin bağlantılarının artmasından dolayı büyür. Vücut istendiğinde yeni nöronlar üretemediğinden vücut gerekenden fazla üretir. Daha sonra onları, fazla büyümüş bir ormanı seyrelten oduncu gibi budar. Vücudun gereğinden iki kat fazla ürettiği nöronlar zaman içerisinde kullanılmayınca ölürler (Selçuk ve arkadaşları, 2002).

Beynin, insanın diğer kişilerle ve nesnelerle etkileşimde bulunmasıyla geliştiği belirtilmektedir. Beyin hücrelerine eşlik eden sinir bağlantılarının (dendritler ve aksonlar) yapılaşması, doğrudan çocuğun yaşantıları ile ilgilidir. Dolayısı ile yaşantısal etkileşimlerin olmadığı durumlarda kullan ya da at prensibi çerçevesinde beyin gelişimi ya da diğer bir ifadeyle beyin hücrelerinin yaşaması devam etmez. Beyinde bulunan hücrelerin aksonlar, dendritler ve sinapslar aracılığı ile yapacağı bağlantılar özel durumlar dışında altı yaşına kadar gerçekleşir. Bu yüzden erken yaşlarda sağlanan olanakların ya da olanaksızlıkların beyin gelişimi üzerindeki etkisi uzun sürelidir. Kendileri ile çok seyrek konuşulan, çok az oyun materyali ile karşılaşan, çevresini araştırma ve keşfetme olanağı bulamayan ya da çok seyrek bulan çocuklar, ilerideki öğrenmeyi kolaylaştıracak olan sinir bağlantılarını ve yollarını en iyi biçimde geliştirmekte başarısız olacaklardır (Güneysu, 2001).

Çocuklar oyun yolu ile çevresindeki dünyayla ilgili birçok şey öğrenirler. Toplumun kültürünü, yaşantısını, değerlerini oyun yolu ile zihninde anlamlandırır (Fink, 1994). Oyun oynayan çocuğun duyuları çok iyi çalışır. Hareket becerileri, mantık yürütme, anlama ve zekâsı gelişir. Çocuk oyun oynarken, diğer kişi ve nesnelerle sürekli olarak sözel iletişim kurar ve insanlarla sosyal becerilerini geliştirir (Poyraz, 2003).

Yaşamın ilk üç yılında çocuklar, etraflarında gördükleri nesneleri anlamaya ve açıklamaya yönelik, nesneleri ve olayları belirlemelerini karşılaştırmalarını ve sınıflandırmalarını sağlayan oyunlar oynarlar. Çocuklar yaşamlarında ilk defa gördükleri şeyleri tanımaya çalışırlar (Singer ve Singer, 1998)

Piaget (2000), özellikle iki yedi yaş arasında, çocukta bilişsel gelişimin oluşmasında, bilişsel özümleme ve mantıksal uyumda oyunun önemine değinmiştir. İşlem öncesi tasarımsal düşünme dönemindeki çocuk, mantıksal kavramlar aracılığıyla değil de özellikle, benmerkezci bir özümleme yoluyla çevresiyle etkileşir ve onu anlar. Oyun oynayan çocuk çoğunlukla uyarlama süreci ve bu süreci kendi anlam sistemine yerleştirme ile ilgilenmektedir. Piaget, çocuk oyunlarının çocuğun zihinsel gelişim süreci içinde belli seviyelerde oluştuğunu ve bunun da iki prensibe dayandığını açıklamıştır:

Asimilasyon (Öğrenme ve Anlama) : Dış dünyanın içe alımı. Çocuğun yaşantılarını, deneyimlerini, kendi davranış ve düşünce yapısı içinde düzenlemesi; dikkatini tanıdığı ve güvendiği objeler üzerinde yoğunlaştırmasıdır.
Akomodasyon (Uyum Sağlam, Alışma): Çevreye uyum. Çocuğun çevrenin sunduklarına tepki verme alışkanlığı kazanmasıdır (Özdoğan, 1997).
Piaget gelişimde oyunla ilgili üç aşamadan söz eder bunlar:
- Alıştırmalı oyunlar
- Sembolik oyun
- Kurallı oyun
Çocuğun zihinsel gelişim süreci içinde bu oyun çeşitleri birbirlerini sıra ile takip ederler ve çocuğun zihinsel gelişimi ile bir paralellik gösterirler.

Çocukların her öğrenmeleri bir öncekinin üstüne yapılandırılırken aynı zamanda yeni öğrenmelere olanak sağlar. Çocuk, oyunun her döneminde bebekler oyunda edindikleri yeni yetenekleri temel alarak çevrelerini daha iyi anlayabilir. Oyunlar ve öğrenmeler, basitten karmaşığa doğru giden bilişsel büyümeyi gerçekleştirir. Farklı oyuncaklarla oynama ve oyuncakları uygun kullanma çocukta tek bir oyun oynayarak vakit geçirmesinden daha fazla zihinsel gelişme sağlar (Singer ve Singer, 1998). Ayrıca yaşla birlikte artan sembolleştirme yeteneği, çocuğun oyunlarda ortaya koyduğu zihinsel etkinliklerle mantıklı düşünme sürecine geçmesini sağlar (Özdoğan, 1997).

Tüm bunları yanında oyuncaklar da çocukların çeşitli renk, doku, boyut ve şekilleri kavramlarına, sayısal ve yazılı kavramlardan haberdar olmalarına yardımcı olur. Gelişimin her aşamasını uyarması açısından oyuncaklar, farklı yaş ve zihin düzeyindeki çocuklar için gereklidir (Yavuzer, 2003).

Oyun faaliyetleri çocuğun yaşı ilerledikçe okuma-yazma sürecine giriş için de bir başlangıç sayılabilir. Yapılan birçok çalışmadan sonra oyun ve oyuncakların üretici düşüncenin geliştirilmesinde çok faydalı olduğu ortaya çıkmıştır (Poyraz, 2003).
ii. Fiziksel Gelişim ve Oyun
Çocuklar oyun oynarken, bitmek bilmeyen bir enerji ile sürekli olarak bedenlerini çalıştırırlar. Hareket eden çocuğun vücut kasları, diyaframı, akciğerleri, kalbi diğer zamanlarınkinden daha fazla çalışır. Daha fazla çalışan kalp demek, daha fazla solunum ve oksijen demek olduğundan dokulara giden besin hızlanan dolaşımla artar. Sonuçta besinler daha fazla yakılırken ayrıca büyük-küçük bütün kasların gelişmesi gerçekleşir (Poyraz, 2003).

Bir çocuğun büyümesi daha önceleri genetik etkenlere bağlanırken günümüzde bilim adamları bunun önemli ölçüde çocuğun yaşantı zenginliğine bağlı olduğu sonucuna ulaşmıştır (Güneysu, 2001). Oyun oynama fırsatından mahrum olan çocukların gelişimlerinde gerilikler beklenmelidir. Bu nedenle yetişkinler çocuklara, oyun oynayabilecekleri çevresel düzenlemeler yapmalı ve onlarla oyun oynamalıdır (Oktay, 2000).

İlk iki yaşta çocukların oyunları çevrelerindeki insanlar ve objelerle olur. Çocuk insanları gözüyle takip ederken objelerle de uzanma, tutma, sallama, fırlatma gibi davranışlarla oyunlar oynar. Sürekli yinelenen hareketlerle çevresini keşfetmeye çalışan çocuk aynı zamanda ellerini ve kollarını kontrol etmeyi öğrenir. Piaget bu dönem oyunlarına alıştırma oyunları adını vermiştir (Yavuzer, 2003). Çocuk bu dönemde oynadığı oyunlarla eylemleri ve nesneleri kendi kontrolünde tutmaktan haz duyar ve gerçekleştirdiği eylemler beden gelişimi açısından yararlı olmakla birlikte amaçsızdır (Smith ve arkadaşları, 1994).

Her çocuğun gelişimi aynı olmamakla birlikte benzer aşamalardan geçer. Bununla birlikte çocukların oyunlarında veya oyuncaklarında bireysel farklılıkların olması doğaldır. Çocuklar kolayca oynayabileceği oyuncaklardan çabuk bıkabilirler. Çünkü onun yaşına ve gelişimine uygun olduğundan geçici bir haz verecektir. Bunun yanında yaşının üzerinde oyuncaklar çocuğa yetişkin yardımı ile pek çok açıdan yarar sağlayabilir. Çocuk, yoğun uğraş ve mücadele ile sonuca ulaşmanın zevkini yaşadığı gibi, fiziksel açıdan üst olgunluğa erken geçebilir (Jones, 2000).
iii. Duygusal Gelişim ve Oyun
Araştırmaların ortaya koyduğu bulgulara göre insan beyninin gelişmesinde protein, yağlar ve vitaminler kadar diğer kişilerle ve nesnelerle etkileşimde bulunması da rol oynamaktadır. Yaşantılardaki çeşitlilik beynin gelişmesinde etkindir. Beyin hücrelerine eşlik eden sinir bağlantılarının yapılaşması, doğrudan çocuğun yaşantılarıyla ilgilidir (Güneysu, 2001). İnsan beynindeki 13 milyarı aşkın sinir hücresi ve bağlantıları vardır. Beynin gelişimi ile yaşantılar arasındaki en açık örneklerden biri beyin korteksidir. Beyin korteksi beyin kabuğu anlamına gelir ve insan saldırganlığını sınırlama veya ket vurma görevini yürütür. Beyin korteksi entelektüel etkinliklerde bulunmuş kişilerde daha kalın bulunmuş ve bu nedenle yüksek eğitim almış kişilerde saldırgan davranışlar azdır (Cüceloğlu, 2000).

Beynin yapılaşması doğrudan çocuğun yaşantıları ile ilgili olduğundan; beynin “kullan ya da kaybet” ilkesiyle çalıştığı söylenebilir. Sinirsel bağlantıların çoğu, altı yaşına kadar gerçekleşir ve yalnızca sürekli etkin olan sinir bağlantıları ve yolları var olur ve gelişir. Dolayısı ile erken yaşlarda çocukların konuşma, oyun gibi yaşantıları onların büyük yararına olacaktır (Güneysu, 2001).

Çocukların duygusal gelişimleri ile ilgili Shapiro (1999) beynin korteks, talamus, hipokampus ve amigdala bölümlerinin işbirliği içinde çalıştığını belirtmektedir. Çocuğun duygusal gelişiminde ebeveynin tutumun önem veren Shapiro duygusal zekânın uygun öğrenme ortamları ile gelişebileceğine değinmektedir. Çocuklar öyle ki, bilgisayar oyunları ile bile pek çok duygusal ve sosyal beceriyi öğrenebilir demektedir.

Çocuğun duyguları ile oyun arasındaki ilişki ilk defa Freud tarafından ortaya konmuştur. Freud “çocuk, oyunlarında bilinç dışı istek ve zorluklarını yaşar” demiştir. Çocuklar oyunlarında kendilerine özgün biçimde yaşadıkları zorlukları tekrar yaşarlar (Özdoğan; 1997). Duygular vücuda bir takım salgılar yayar ve duyguların doğal kimyası, oyunlar yolu ile öğrenilmiş, kontrol edilebilen davranışlar ortaya çıkmasına neden olur (Shapiro, 1999).

Oyun çocuğa güvenli bir ortamda, duygularını özgürce ifade etme olanağı verir. Çocuğun sevgisi, öfkesi, acısı, korkusu, güven duygusu, acıması gibi duyguları oyunun hayal gücüne dayalı ya da taklidi ortamında ortaya çıkabilir ve çocuk, duygusal tepkilerini oyun içerisinde öğrenme, deneme ve gösterme olanağını bulur (Aral ve arkadaşları, 2000).
iv. Sosyal Gelişim ve Oyun
İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyallik insanın temel eğilimlerinden biridir (Öğülmüş, 2001). İnsanlar yaşamları boyunca anneden başlayarak diğer kişilerle çeşitli şekil ve seviyelerde ilişkiler yaşarlar. Bireyin sosyal gelişimi onun başkaları ile iyi ilişkiler kurmasını, toplumsal kurallara uymasını, sorumluluklarını yapmasını, toplum ve çevre tarafından kabul edilmesini etkiler. Sosyal ilişki hem toplumun, hem kültürün hem de bireyin yapısını etkiler (Aral ve arkadaşları, 2000).

Üç ila altı yaş arası Erickson’un Psiko-Sosyal Gelişim kuramında “Girişkenliğe karşı suçluluk.” olarak adlandırdığı dönem olduğu aktarılmaktadır (Selçuk; 2004). Erickson’a göre 3–6 yaş çocukları için oyun hayati bir önem taşımaktadır. O’na göre gerçek dünya, oyunla test edilip tanınabilir. Çocuklar, oyun yoluyla hayatın ne olduğunu, eşyaların ne özellikleri olduğu, nesneler arası ilişkinin ne anlama geldiğini öğrenmektedirler. Çevresindeki yetişkinleri taklit ederek gelecekte alacağı rollere hazırlanmakta ve bu rolleri beklemeyi öğrenmektedir (Arı, Üre ve Yılmaz; 2003).

Çocuk bir yaşına geldiğinde sembolik oyun belirtileri göstermeye başlar. İki yaşına geldiğinde çocuk sembolik oyunu yetişkinlerle de oynar. Oyunun altın çağı 3–5 yaşlarıdır ve bu yaşa gelen çocuk artık oyunu artık akranları arasında da oynar. Bu yaşa kadar kendi kendileri veya yetişkinlerle oynayan çocuk akranlarıyla yalnız kendi hayatlarını değil aynı zamanda televizyon programları, masallar gibi gördükleri, duydukları her şeyle ilgili oyun oynayabilir. Dolayısı ile oyunun çocuğun yaşamına en büyük katkısı onun sosyalleşmesini sağlıyor olmasıdır. Oyun, çocuklara arkadaşları ile tartışmayı öğretmektedir. Ortak bir anlayışın olması oyunda çocukların anlaşmasına bağlıdır. Böylelikle çocuk arkadaşlarının kendisi gibi düşünmediğini fark ederek esnek düşünme becerisini geliştirmesini öğrenecektir (Göncü, 2004).

Çocukların yetişkinlere uyma davranışı onların benmerkezci düşünceyi pekiştirdiği belirtilmektedir (Gander ve Gardiner, 1998). Yetişkinlerle ilişkisinde benmerkezci davranmayı geliştiren çocuk, başka çocuklarla oyun oynadığında yukarıda da değinildiği gibi farklı düşünce, konuşma, giysi veya tutumlarla karşı karşıya kalır ve yaşıtlarından kendiliğinden birçok sosyal beceriyi öğrenirler. Zamanla çocuklar, sosyal oyunlarla benmerkezci davranışlarını azaltırlar.

Oyun çocuğun sosyalleşmesine yardım ederken yalnız benmerkezciliğini azaltmaz aynı zamanda onun sosyal yaşantısını da şekillendirir. Çocuk oyunda, gelecekteki rolleri ile ilgili davranışlar geliştirir. Oyun içinde çocuk bazen lider, bazen üye, bazen anne-baba ya da abi/abla kardeş olur. Oyun arkadaşları ile uyumlu olmaya çalışarak, birçok rol deneyebilir (Poyraz; 2003).

Köroğlu (2005), oyunun olgunlaşma ve sosyal yaşama erken uyum sağlamasında yadsınamaz rol oynadığını belirtmektedir. Ona göre oyun, büyümenin önemli bir toplumsal parçasıdır ve oyunlar kuralların öğrenildiği, yarışma ruhunun kazanıldığı ve fiziksel dünyanın tanıtıldığı küçük bir evrendir. Ayrıca oyunun öncelikle küçük bir bölgede, sonra yakın çevrede sürdürüldüğünü ve en sonunda büyük sosyal gruplarda yapıldığını söylemektedir.
Okul öncesi dönemde çocuklarda, işbirliğine dayalı oyun davranışlarının olduğu belirtilmektedir (Cüceloğlu; 2000). Buna göre çocuklar ayını oyunda yer alırlar ve anne-baba, polis-hırsız gibi farklı görevler yüklenirler. Bunun yanında bazı çocukların oyunlarında diğerlerinden daha iyi işbirliği kurdukları, iyi ilişkiler geliştirmede daha üstün oldukları belirtilmektedir (Holberg, 1980; aktaran Cüceloğlu, 2000).

Çocukların toplumsal cinsiyet kimliği kazanmasında oyun önemli bir işleve sahiptir. Çocukların nasıl cinsiyetlerine göre giyimleri değişiyorsa oyuncakları da değişiklik göstermektedir. Kız çocukların oyun oynarken tercih ettikleri oyuncak ve oyunların erkek çocuklardan farklı olduğu belirtilmektedir (Atkinson; 1999). Buna göre kızlar, ip atlamak, istop, yakar top, seksek gibi oyunlar oynar ve daha çok bebeklerle oynarken, erkekler, futbol, saklambaç, koşmaca, misket gibi oyunlar oynar ve daha çok tekerlekli oyuncaklar, top ve oyuncak silahlarla oynarlar (Yavuzer, 2003). Singer ve Singer (1998) genel olarak erkek çocukları oyunlarında daha hareketli macera, cesaret ve karmaşa içeren oyunları tercih ettiklerini, kız çocukların ise daha sakin ve duygusal oyunları seçtiklerini belirtmektedir.
v. Psikomotor Gelişim ve Oyun
Fiziksel büyüme ve gelişme ile birlikte omurilik gelişimi sonucu organizmanın isteme bağlı olarak hareketlilik kazanmasına psikomotor gelişim denir (Aral ve arkadaşları, 2000). Çocuk doğduğunda, tepkiye hazır olma, hız, durgun hareket, eşgüdüm, dinamik dikkat ve esneklik gibi Psikomotor yeteneklere sahiptir. Oyun ortamında bu yetenekler sağlıklı bir şekilde gelişir (Poyraz, 2003)

Bebeklerin ve küçük çocukların oyunlarının çoğunu, duyusal-motor, sesler, işaretler ve dokunma oluşturur. Küçük çocuklar, oyuncaklarını ısırır, koklar, sallar, kucaklar, onları düşürür ya da bir kenara atar. Nesnelerin yere düştüğünü fark ettiklerinde, yeni güçlerini kontrol etmek için ellerine geçen her şeyi yere atarlar. Oyun oynama sürekli bir öğrenme deneyimi sunar ve hareketleri tekrar ederken belirli bir amaç olmasa da, nesneleri yere atarken eğlenirler. Piaget bunu komik oyun olarak adlandırır (Singer ve Singer, 1998).

Çocuklar, taklit yolu ile birçok motor beceriyi öğrenebilir ve oyunla bu becerileri dener. Yetişkinlerin bir oyunu çocuğa gösterip geri çekildiğinde çocukların yaratıcı oyunlara ilgisinin artığı aktarılmaktadır (Singer ve Singer, 1998). Bunun yanında taklit yolu ile birçok istemli hareketi öğrenen çocuk aynı zamanda eğlenmektedir.

Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi, Çocuk Gelişimi ve Ev Ekonomisi Anaokulunda bulunan 5–6 yaş grubu kız ve erkek çocukların motor gelişimlerinin sağlanmasında oyunun yerini uygulamalı bir çalışmayla araştıran Küçükkaya (1989 aktaran Poyraz, 2003), 100 hedef davranışın % 85’inin oyun içinde kazanıldığını belirlemiştir. Tırmanma, dengede durma, asılıp sallanma gibi motor becerileri kullanamayan çocukların normal olarak yapamamasının kas ve sinir sorunlarının varlığından değil iradenin kullanılmamasından kaynaklandığını belirten Poyraz (2003); daha önce hiç görmediği ya da denemediği kendisine yabancı etkinlikleri ve oyunları arkadaşları ile oyunlarda daha çabuk öğrenebildiklerini söylemektedir.

Okulöncesi dönemde yoğurma maddeleri ile oynama, makasla kesme, kalem ve fırça kullanma, bağlama, çözme, düğmeleme gibi etkinlikler çocukların el ve parmak becerilerini geliştirmelerine yani küçük kas motor gelişimine katkısı vardır. Ayrıca yürüme, koşma, atlama, fırlatma, yakalama, zıplama, çömelme becerilerini içeren oyunlarla, açık havada yapılan ve topla yapılan oyunlar, çocukların büyük kas motor gelişiminde çok etkilidir (Aral ve Arkadaşları, 2000).
vi. Dil Gelişimi ve Oyun
İlk çocukluk döneminde oyun, çocuğun dil gelişiminde de önemlidir (Yavuzer, 2003). Çocuğun oynadığı hayal oyunları ve dil gelişimi ile ilgili yapılan araştırmalarda, dil gelişimi ve hayali oyunlar arasında olumlu ilişki olduğu bulunduğu belirtilmektedir (Singer ve Singer, 1998).

Dil gelişimi, doğumla başlayan ve tüm yaşam boyunca devam eden bir süreçtir. Doğumda bebeğin ağlaması ile başlayan dil gelişimi zaman içerisinde gıgıldamadan anlamlı kelimelerden kurallı cümlelere kadar uzanan bir gelişim izler. Çocuğun dili öğrenmesi, ailenin ve sosyal çevrenin farkında olmadan katkısı nedeniyle doğal bir gelişim göstermektedir. Ancak çocuğun dil gelişimini desteklemede sistemli çalışılması gereklidir. Çocukların dili daha iyi kullanması ve kendini daha iyi ifade etmesi başkalarını anlamaları için dili iyi düzenlenmiş programlarla öğretmek gereklidir. Çocuğun dil gelişimini desteklemede en uygun yöntem çocuğa dille ilgili zenginleştirilmiş oyun fırsatları sunmaktır (Güven ve Bal, 2000).

Konuşma bozukluklarının çok büyük bir kısmının çocukluk dönemiyle ilgili olduğunu söyleyen Çakmaklı (1996); kalıtım faktörü, aile ve sosyal çevre şartlarına bağlı konuşma bozukluklarının çocukluk yıllarının çok iyi değerlendirilmesi sonucunda çözülebileceğini belirtmektedir.

Özelikle evcilik ve sembolik oyunların dil gelişiminde rolü büyüktür. Çocuk sembolik oyunda objeleri, eylemleri ve duyguları temsil etmeyi öğrenir. Dil aracılığı ile deney yaparak bilişsel problemlerin üstesinden gelir. Sosyal oyunda çocuk, sesleri, tonlamaları, doğaçlamayı, kafiyeleri ve sözcükleri kullanma; konuşma ve söylev vermeyi denme imkânı bulabilir. Çocuk oyunda, etkileşim sırasında ortaya çıkan toplumsal kurallara uymayan durumların farkına varır. Böylece sosyal geleneklere göre dilini geliştirir ve kullanır. Oyun çocukların kendilerinin ya da oyun arkadaşlarının sözcüklerini duyarak pratik yapmalarına olanak sağlar ve sözcük hazinelerini geliştirir. Ayrıca dramatik oyunun konuşulan sözcüklerin artmasına, daha uzun cümleler kurulmasına, oyunla ilişkili konuşmaya, daha zengin bir sözcük hazinesine yol açtığı belirlenmiştir (Aral ve arkadaşları, 2000).
I.2. Sonuç
Yukarda da görüldüğü gibi oyun çocuğun yaşamında çok önemli bir yere sahip. Onların doğal gelişimlerinin parçası olmasının yanında çocuk yaşamının vazgeçilmez bir unsurudur. Bu nedenle konu ile ilgili birçok araştırma yapıldığı gibi oyunun çocuk yaşamındaki yeri ile ilgili değişik kuramlar ortaya atılmıştır. Bunlardan en çok dikkati çeken Piaget’in oyun ile ilgili görüşleridir. Piaget oyunu bilişsel gelişim açısında ele almış ve çocuğun bilişsel gelişimini etkileyen önemi bir unsur olarak görmüştür.

Oyun çocuğun bilişsel, fiziksel, duygusal, sosyal, psikomotor ve dil gelişimine katkıda bulunmaktadır. Oyunun bu katkısının gıdalar kadar önemli bir yere sahip olacak ölçüde olduğu belirtilmektedir (Jones, 2000). Bu nedenle her çocuğun yeme içmeye gereksinim duyduğu gibi oyun oynamaya da gereksinimi olduğu söylenebilir. Bundan dolayı Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinde de (1959) çocuğun oyun oynama hakkı yer almıştır.

Daha bebeklik döneminde oyun davranışları gösteren çocukların (Köroğlu, 2005; Yavuzer, 2003, 2005) gelişimlerinin her aşamasında kendileri ile gelişen bir oyun anlayışı sergilerler. Okulöncesi dönemde zengin oyun davranışları gösteren çocukların eğitimlerinde de oyun önemli bir yöntemdir (Aral ve arkadaşları, 2000).
 

Giriş yap

Okul Öncesi Forum TV

000
Gün
00
Saat
00
Dakika
00
Saniye
Canlı yayına kalan süre.

18 Yıldır Sizlerle

18 yıldır sizlerleyiz. Türkiye'nin ilk okul öncesi eğitim platformu
Üst