:36_7_8:Okul Öncesi Altınçağ Eğitimi
Prof.Dr. Harun AVCI
Okul öncesi dönem adı verilen 0-6 yaş arası, öğrenmenin altın çağı olarak tanımlanır. Kişinin davranışlarıyla ilgili öğrenmelerin yüzde yetmişi bu yaşta gerçekleşir, kişiliğin temelleri bu dönemde atılır. Her ne kadar bazı nitelikler kalıtımla intikal edip doğuştan var olsa ve bundan dolayı çocuk, anne-baba ve eğitimciler tarafından hamur gibi yoğrulup istenen kıvama sokulamasa da, kişilik gelişiminde çevre faktörü önemli bir rol oynar ve kalıtımla gelen nitelikler değişime uğrar. Bu dönem, çocuğun "şuuraltı beslenme dönemidir". Bundan dolayı, okul öncesi eğitim hayatın ilk ve en önemli basamağıdır.
Okul öncesi eğitimi kim verir?
Bizim kültürümüzde çocuk hayatın içinde; annesinin yanında, dede ve ninelerinin masallarıyla, kardeş, akraba ve komşu çocuklarıyla oynayarak, yetişkinlerin davranışlarını taklit ederek, onların her halini örnek alarak büyür ve kişilik kazanır. Ancak günümüz şartlarında aynı eğitim tarzının sürdürülmesi ve gerçekleştirilmesi çok az çocuğa nasip olmaktadır. Çünkü bilhassa şehirlerde aile yapıları değişmiş, akraba-komşu münasebetleri zayıflamış, aile; anne-baba ve çocuktan ibaret küçük bir birim haline gelmiş, ya yaş farkından veya başka kardeş olmamasından dolayı çocuk oyun arkadaşsız kalmış, oyun mekânları yok olmuş, bir düğmeye basmakla çocuğa cazip ama zararlı da olabilecek sahneleri, programları odamıza taşıyan televizyon evi işgal etmiş, bu durum çoğu aileleri rahatsız etse bile çocuğu meşgul etme adına başka çare bulunamadığından onların izlenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bunlara anne babaların ilgisizliği, çocuk yetiştirmeyle ilgili bilgi eksikliği ve iş yoğunluğu da eklenince çocuğun bilinç altının nelerle besleneceğini tahmin etmek herhalde zor olmayacaktır. O halde okul öncesi dönemde çocukların bakımı ve eğitimini kim üstlenecek? Çocuğun sosyal, zihnî, psikolojik ve ruhî gelişimi ve ilerideki başarısı için erken eğitim konusunda kaç çocuk annesi yeterli bilgiye sahiptir? Yukarıda belirtilen olumsuz şartlara rağmen, eğer anne çalışmıyorsa ona annesi, çalışıyorsa yine bir başka ev kadını mı bakacak? Yoksa onların bakımı ve eğitimi çocuk yuvalarında mı yapılacaktır? Dünyadaki uygulamalar nelerdir? Türkiye'de nasıl bir uygulama vardır? Farklı uygulamalardan ne gibi neticeler elde edilmiştir? Bu ve benzeri sorulara karşı alacağımız veya bulacağımız cevaplar, muhtemelen bizi yeni anlayış ve yeni yaklaşımlara sevk edecektir.
Şu bir gerçektir ki, dünyada çok sayıda çocuk kapasitelerini tam olarak geliştiremedikleri ortamlarda büyümektedirler. Bugün için olumsuz genetik faktörleri değiştirmek adına fazla bir şey yapmak mümkün değildir, ancak olumsuz çevre tesirleri büyük ölçüde düzeltilebilir. Aslında insanların şu an gerçekleştirdiklerinden daha büyük kapasiteleri vardır. Kapasitenin elverdiğince gerçekleşebilmesi, çevrenin desteğiyle ilgilidir. Bu bağlamda, okul öncesi dönemde çocuğa verilen eğitim ve terbiye ile ilgili hizmetler büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda bu hizmetlere ait genelde Batı kaynaklı teori, uygulama ve program geliştirme çalışmaları gittikçe önem kazanmaktadır. Bu tür faaliyetler için "erken çocuk bakımı ve eğitimi" terimi kullanılır. Erken çocuk bakımı ve eğitiminde çok çeşitlilik vardır. Bazı programlar sağlık, bazıları beslenme ve bazıları erken eğitim konusuna ağırlık vermektedir. Bunlardan ikisi veya üçünü birarada yürüten programlar da vardır. Bu programlar toplum kalkınması, anne-baba destek ve eğitimi, erken çocuk bakımı ve eğitimi için bilinç ve talep oluşturma ve bunlardan biraz daha farklı olan kurum merkezli okul öncesi eğitim programı adları altında yürütülmektedir.
Kurum merkezli programlar çocuklara bir kurum çerçevesinde hizmet verirler. Türkiye'de bu kurumlar Çocuk Gündüz Bakımevi, Çocuk Klubü ve Anaokulu gibi adlar altında hizmet vermektedir. Bu kurumlarda kullanılan oyuncak ve program gibi materyallerin pahalı olması, profesyonel eğitimcilere yüksek maaş ödenmesi, bina, ısıtma, vergi giderleri ve diğer temel harcamaların önemli bir yekûn teşkil etmesi yüzünden hizmet bedeli, düşük gelirli ailelerin ödeyemeyeceği kadar yüksek olmaktadır. Türkiye gibi ekonomisi zayıf ülkelerde bu tür kurumlar sayı olarak oldukça azdır ve genelde gelir seviyesi nispeten yüksek orta sınıf ailelerin çocuklarına hizmet vermektedir. Bundan dolayı, esas hizmet götürülmesi gereken kesime hizmet sunulamamaktadır. Bu kurumlardan bazıları ise; değişik işyerlerinde çalışanların çocuklarının sadece bakımına yönelik hizmet veren yerlerdir. Okul öncesi eğitimin yaygınlaşması için, devletin en azından, bu tür kurumları ticarî bir müessese gibi görmemesi, vergiden muaf tutması ve hattâ mâlî destek sağlaması gerekir. Böylece çok önemli bir görevi yerine getiren bu kurumlar daha düşük ücretle, gelir seviyesi düşük olan kesime de hizmet verme imkânı bulabilirler. Son yıllarda ilköğretim okulları bünyesinde özel kurumlara göre daha ucuz ama sadece altı yaş grubuna hizmet veren anaokulları açılmaktadır. 3-5 yaş grubunu ihmal eden böyle bir uygulama, problemi çözmüş olmamaktadır. Ayrıca, 6 yaşındaki bir çocukla 13-14 yaşındaki çocuğun aynı çatı altında eğitim görmesi ve oyun yeri olarak aynı bahçeyi paylaşması ne derece sağlıklıdır? Türkiye'de 2000 yılı itibariyle erken bakım ve eğitim programından yararlanma oranı % 9,8'dir. Bu oran Avrupa'da % 67,8, ABD'de % 62,7 ve gelişmekte olan ülkelerde % 20 civarındadır.
Okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak, kurumlar arasındaki farklılıkları gidermek için standart oluşturmak, toplum tabanlı eğitim verilebilmesi için yazılı, sözlü ve görüntülü program hazırlamak devletin hedefleri arasında yer almaktadır. Ancak bu alanda yapılan çalışmalar yeterli değildir. Diğer taraftan bazı yayınevi ve şirketler okul öncesi döneme hitap eden yazılı, sözlü ve görüntülü materyal ve doküman oluşturmaktadır. Bugün, çocukların zevkle dinleyeceği fedakârlık, kahramanlık, karşılıksız sevgi, dürüstlük, doğruluk, tabiat sevgisi, Allah ve Peygamber sevgisi ile ilgili hikâye ve menkıbe kitapları az da olsa vardır ve bunların sayısı ve kalitesi gün geçtikçe artmaktadır. Resimli hikaye kitaplarından sözlü ve görüntülü CD'lere kadar çeşitlilik gösteren bu materyaller, çocuğun zihnî, toplumsal ve ruhî gelişiminde çok olumlu tesir yapabilmektedir. Ancak anne-baba veya eğitimcilerin çocuklara bu materyalleri kullanmada yardımcı ve destek olması gerekir. Onları okurken veya izlerken çocuk durmadan soru sorar, bu sorulara bıkmadan doğru cevaplar vererek çocuğun zihnî, fikrî ve mânevî yönü geliştirilmelidir. Eğer anne-baba çocuğa özel zaman ayırmıyorsa, çocuk bunlardan yeterince yararlanamaz. Ama çocuk eğitim kurumları bir program çerçevesinde bu materyalleri daha iyi değerlendirir ve çocukların daha iyi yararlanmasını sağlayabilir.
Okul öncesi eğitimin neticeleri
Okul öncesi eğitimin neticeleriyle ilgili değerlendirmelerin hangi kriterlere göre yapılacağı önemli bir problemdir. Bununla birlikte yapılan değerlendirmelerde, çocuğun ilerideki okul başarısı, suç işleme ve iş bulma durumu gibi kriterler kullanılmıştır. Meselâ, ABD'de böyle bir programdan geçmiş binlerce çocuğun okula uyumunun, böyle bir program uygulanmayanlara göre daha iyi olduğu ve lise sonda daha başarılı oldukları tespit edilmiştir. Okul başarısı yanında sosyal uyumları daha iyi, iş bulma oranı daha yüksek ve suç işleme oranı ise daha düşük bulunmuştur. Ayrıca daha yüksek başarı güdüsü, daha yüksek meslekî istek ve beklentiler, daha olumlu bir kişilik gibi psikolojik kazanımlar elde etmişlerdir. Bu uzun vadeli olumlu tesirlerin sebebi olarak, destek programlarının kazandırdığı öğrenme kabiliyetiyle ilgili gelişimler ile; öğretmen, aile ve okul gibi çevre faktörlerinin karşılıklı tesiri gösterilmiştir. Okul öncesi destek programına devam eden çocukların daha en başta öğrenme istek ve kabiliyetinde hızlı bir artış olmasının yanısıra, öğretmenlere daha fazla yaklaşma, ödevleri istekle ve dikkatle yapma, grup içinde daha iyi çalışabilme gibi becerilerinde de gelişmeler olduğu görülmüştür. Okul öncesi eğitimin doğruluk, dürüstlük, fedakârlık, iyilikseverlik, yardımseverlik, vefa gibi çocuğun insanî ve mânevî gelişimine tesirleri hakkında elimizde bir değerlendirme yok, fakat bu dönemin çeşitli tesir ve biçimlendirmelere en yatkın kısa bir dönem olduğu düşünülür ve eskiden beri çocuk edebiyatına verilen önem göz önüne alınırsa, okul öncesi eğitimin yapacağı olumlu tesirin büyüklüğü anlaşılabilir.
Erken bakım ve eğitimin en yüksek seviyede olduğu İsveç'te, çocuğun gündüz bakımı ne kadar erken başlarsa uzun vadeli yararların o kadar fazla olduğu bulunmuştur. Bu da kurum merkezli eğitimin kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Okul öncesi eğitim ve sosyalleşme
Her toplumun çocuk yetiştirme gâyesi farklıdır. Meselâ, Yahudiler içinde bulundukları toplumda ve dünya üzerinde varlıklarını sürdürebilmek için kurnazlık, girişkenlik ve esneklik gibi insan münasebetlerinde üstünlük sağlayan niteliklere önem vermiş ve çocuklarını bu niteliklere sahip olacak şekilde yetiştirmişlerdir. Kırsal kesimde yaşayanlar ise; çocukları tabiatla başedebilecek ve tabiî şartlara kolayca uyum sağlayabilecek nitelikte yetiştirmeyi yeğlemişlerdir. Savaşçı milletler ise; yiğitlik, bağlılık ve özveri gibi özellikleri kazanılması gereken en yüce değerler olarak görmüşlerdir.
Türkiye'de genel olarak ailelerin çocuk yetiştirmede ön plânda değer verdiği vasıflar arasında anne-babanın sözünü dinleme, kibar ve uysal olma, insanlara sevgi gösterme ve onlarla iyi anlaşma gibi sosyal davranışlar yer alır. Bunların yanında çocuklarda olması istenen diğer vasıflar, zihnî yönden gelişme, millî, ahlâkî, kültürel değerlere bağlı olma, hür düşünme, düşündüğünü rahatça ifade edebilme, dürüst ve sorumluluk sahibi olmaktır. Bazı aileler okul öncesi dönemde daha çok çocuğun öğrenmeyle ilgili yönünün gelişmesine önem verirler. Çabucak sayı saymayı öğrenmesi, renkleri ayırt etmesi, belli kavramları ve isimleri öğrenmesi gibi. Aslında bu, insanın sadece bir yönüdür. Halbuki, çocuk eğitimi bir bütün olarak ele alınmalıdır. Sadece çocuğun zekâsının gelişmesine önem vermek, diğer yönlerinin gelişmesiyle sağlanacak faydaların gözden kaçmasına sebep olmaktadır. Meselâ, çocuğun kendine olan güven eksikliği, entelektüel konularda ilerleme konusunda motivasyon eksikliğine yol açabilir ve bu da neticede zekâ puanının, okul başarısının düşmesine ve ileriki hayatında başarısızlığa sebep olur. Bundan dolayı, bu yaşta çocuklar belli şeyleri öğrenme ve ezberlemeye zorlanmamalı, diğerleriyle yarıştırılmamalı ve kıyaslanmamalıdır.
Çocukta özgüven, inisiyatif kullanma ve bağımsız haraket edebilme duygusunun gelişebilmesi için yakın sosyal çevresinin ve en başta annesinin desteklemesi gerekir. Eğer çocuk bir okul öncesi eğitim kurumuna devam ediyorsa; bu destek, kurum ve aile işbirliğiyle sağlanabilir. Eğer böyle bir kurumdan yararlanılmıyorsa, çocuklara uygulanacak program hakkında annelere destek sağlanabilir. Ancak ülkemizde böyle bir uygulama yoktur. Sadece bazı kurumların düzenlediği seminerlere katılarak, radyo ve televizyonda yayınlanan programları takip ederek sistematik olmasa da belli ölçüde çocuğa nasıl davranılacağı hususunda bilgi edinmek mümkündür. Ancak bunlar bir eğitim programı olarak düşünülemez.
Çocuk üç yaşına geldikten sonra, yeni şeyler deneyebilmek için yaşıtları ve daha büyük çocuklarla birlikte oynama ihtiyacı duyar. Bir arkadaşıyla oyun kurma ve arkadaşı tarafından reddedildiğinde hayal kırıklığını kaldırabilmesi için gerekli biyolojik altyapı üç yaşına doğru olgunlaşır. Yine üç yaş civarına doğru çocuklar evden bir süre uzakta kalmayı taşıyabilecek olgunluğa ulaşır. Kurumda her şey onların ihtiyaçlarına göre düzenlendiğinden, kendilerine rahatça oyun arkadaşı bulabilir, başka arkadaşlarıyla oynarken güçlerini ölçer; yapabilmeyi, başarabilmeyi yaşar; bireyle uzun süre meşgul olma alışkanlığı kazanır. Birlikte oynarken kuralların önemini ve değiştirilebilirliğini kavrar; birbirini gözetmenin, yardımlaşmanın lüzumunu anlar. Başkasının elindeki cazip oyuncağa her zaman ulaşamayabilir, böylece tahammül etmeyi öğrenir. Kendi haklarını korumayı öğrenirken, başkalarının hakkını gözetmeyi ve paylaşmayı öğrenir. Arkadaşlarına bakarak kendi kendine yeme, kendi işini kendi görme alışkanlıkları edinir.
Toplumsal kurallarla çevrili bir ortamda özgür davranmayı başarır. Kendini anlatma kabiliyeti artar, dil dağarcığı zenginleşir. Kurum çekingen ve sıkılgan çocukların daha girişken, daha bağımsız ve özgüvenli olmalarını sağlar. Diğer yandan çok şımartılmış ve hiç dizginlenmemiş çocuklar bu kurumlarda daha az bencil ve daha çok toplumsal olmayı öğrenirler.
Sonuç olarak, çalışan anneler mesai saatlerinde çocuklarının bakımını bir başkasına vermektedir. Önemli olan sadece çocuğun bakımı değil, eğitimidir. Bunun için aile yanında bakım yerine güvenilir ve kaliteli okul öncesi eğitim kurumlarını tercih etmeleri çocuğun her türlü gelişimi açısından daha doğru bir karardır. Çalışmayan annelerin de bu tür kurumlara ihtiyacı vardır. Çevrenin "bir çocuğa bakamadın mı" gibi suçlama ve yargılamalarının ve kendini "çocuğuna karşı sorumsuz bir anne" gibi görme yanlışlığına düşmenin bir anlamı yoktur. Çocuk yaşıtları arasında oynayarak, belli bir disiplin, belli ölçüde özgürlük ve yeterince sevgiyle gelişir. Önemli olan çocukla gün boyu beraber olmak değil, onbeş-yirmi dakika da olsa bütün ilgi ve dikkatini ona vererek onu sevmek ve ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunun için de yeterince zamanınız
ve özleminiz olacaktır
Prof.Dr. Harun AVCI
Okul öncesi dönem adı verilen 0-6 yaş arası, öğrenmenin altın çağı olarak tanımlanır. Kişinin davranışlarıyla ilgili öğrenmelerin yüzde yetmişi bu yaşta gerçekleşir, kişiliğin temelleri bu dönemde atılır. Her ne kadar bazı nitelikler kalıtımla intikal edip doğuştan var olsa ve bundan dolayı çocuk, anne-baba ve eğitimciler tarafından hamur gibi yoğrulup istenen kıvama sokulamasa da, kişilik gelişiminde çevre faktörü önemli bir rol oynar ve kalıtımla gelen nitelikler değişime uğrar. Bu dönem, çocuğun "şuuraltı beslenme dönemidir". Bundan dolayı, okul öncesi eğitim hayatın ilk ve en önemli basamağıdır.
Okul öncesi eğitimi kim verir?
Bizim kültürümüzde çocuk hayatın içinde; annesinin yanında, dede ve ninelerinin masallarıyla, kardeş, akraba ve komşu çocuklarıyla oynayarak, yetişkinlerin davranışlarını taklit ederek, onların her halini örnek alarak büyür ve kişilik kazanır. Ancak günümüz şartlarında aynı eğitim tarzının sürdürülmesi ve gerçekleştirilmesi çok az çocuğa nasip olmaktadır. Çünkü bilhassa şehirlerde aile yapıları değişmiş, akraba-komşu münasebetleri zayıflamış, aile; anne-baba ve çocuktan ibaret küçük bir birim haline gelmiş, ya yaş farkından veya başka kardeş olmamasından dolayı çocuk oyun arkadaşsız kalmış, oyun mekânları yok olmuş, bir düğmeye basmakla çocuğa cazip ama zararlı da olabilecek sahneleri, programları odamıza taşıyan televizyon evi işgal etmiş, bu durum çoğu aileleri rahatsız etse bile çocuğu meşgul etme adına başka çare bulunamadığından onların izlenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bunlara anne babaların ilgisizliği, çocuk yetiştirmeyle ilgili bilgi eksikliği ve iş yoğunluğu da eklenince çocuğun bilinç altının nelerle besleneceğini tahmin etmek herhalde zor olmayacaktır. O halde okul öncesi dönemde çocukların bakımı ve eğitimini kim üstlenecek? Çocuğun sosyal, zihnî, psikolojik ve ruhî gelişimi ve ilerideki başarısı için erken eğitim konusunda kaç çocuk annesi yeterli bilgiye sahiptir? Yukarıda belirtilen olumsuz şartlara rağmen, eğer anne çalışmıyorsa ona annesi, çalışıyorsa yine bir başka ev kadını mı bakacak? Yoksa onların bakımı ve eğitimi çocuk yuvalarında mı yapılacaktır? Dünyadaki uygulamalar nelerdir? Türkiye'de nasıl bir uygulama vardır? Farklı uygulamalardan ne gibi neticeler elde edilmiştir? Bu ve benzeri sorulara karşı alacağımız veya bulacağımız cevaplar, muhtemelen bizi yeni anlayış ve yeni yaklaşımlara sevk edecektir.
Şu bir gerçektir ki, dünyada çok sayıda çocuk kapasitelerini tam olarak geliştiremedikleri ortamlarda büyümektedirler. Bugün için olumsuz genetik faktörleri değiştirmek adına fazla bir şey yapmak mümkün değildir, ancak olumsuz çevre tesirleri büyük ölçüde düzeltilebilir. Aslında insanların şu an gerçekleştirdiklerinden daha büyük kapasiteleri vardır. Kapasitenin elverdiğince gerçekleşebilmesi, çevrenin desteğiyle ilgilidir. Bu bağlamda, okul öncesi dönemde çocuğa verilen eğitim ve terbiye ile ilgili hizmetler büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda bu hizmetlere ait genelde Batı kaynaklı teori, uygulama ve program geliştirme çalışmaları gittikçe önem kazanmaktadır. Bu tür faaliyetler için "erken çocuk bakımı ve eğitimi" terimi kullanılır. Erken çocuk bakımı ve eğitiminde çok çeşitlilik vardır. Bazı programlar sağlık, bazıları beslenme ve bazıları erken eğitim konusuna ağırlık vermektedir. Bunlardan ikisi veya üçünü birarada yürüten programlar da vardır. Bu programlar toplum kalkınması, anne-baba destek ve eğitimi, erken çocuk bakımı ve eğitimi için bilinç ve talep oluşturma ve bunlardan biraz daha farklı olan kurum merkezli okul öncesi eğitim programı adları altında yürütülmektedir.
Kurum merkezli programlar çocuklara bir kurum çerçevesinde hizmet verirler. Türkiye'de bu kurumlar Çocuk Gündüz Bakımevi, Çocuk Klubü ve Anaokulu gibi adlar altında hizmet vermektedir. Bu kurumlarda kullanılan oyuncak ve program gibi materyallerin pahalı olması, profesyonel eğitimcilere yüksek maaş ödenmesi, bina, ısıtma, vergi giderleri ve diğer temel harcamaların önemli bir yekûn teşkil etmesi yüzünden hizmet bedeli, düşük gelirli ailelerin ödeyemeyeceği kadar yüksek olmaktadır. Türkiye gibi ekonomisi zayıf ülkelerde bu tür kurumlar sayı olarak oldukça azdır ve genelde gelir seviyesi nispeten yüksek orta sınıf ailelerin çocuklarına hizmet vermektedir. Bundan dolayı, esas hizmet götürülmesi gereken kesime hizmet sunulamamaktadır. Bu kurumlardan bazıları ise; değişik işyerlerinde çalışanların çocuklarının sadece bakımına yönelik hizmet veren yerlerdir. Okul öncesi eğitimin yaygınlaşması için, devletin en azından, bu tür kurumları ticarî bir müessese gibi görmemesi, vergiden muaf tutması ve hattâ mâlî destek sağlaması gerekir. Böylece çok önemli bir görevi yerine getiren bu kurumlar daha düşük ücretle, gelir seviyesi düşük olan kesime de hizmet verme imkânı bulabilirler. Son yıllarda ilköğretim okulları bünyesinde özel kurumlara göre daha ucuz ama sadece altı yaş grubuna hizmet veren anaokulları açılmaktadır. 3-5 yaş grubunu ihmal eden böyle bir uygulama, problemi çözmüş olmamaktadır. Ayrıca, 6 yaşındaki bir çocukla 13-14 yaşındaki çocuğun aynı çatı altında eğitim görmesi ve oyun yeri olarak aynı bahçeyi paylaşması ne derece sağlıklıdır? Türkiye'de 2000 yılı itibariyle erken bakım ve eğitim programından yararlanma oranı % 9,8'dir. Bu oran Avrupa'da % 67,8, ABD'de % 62,7 ve gelişmekte olan ülkelerde % 20 civarındadır.
Okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak, kurumlar arasındaki farklılıkları gidermek için standart oluşturmak, toplum tabanlı eğitim verilebilmesi için yazılı, sözlü ve görüntülü program hazırlamak devletin hedefleri arasında yer almaktadır. Ancak bu alanda yapılan çalışmalar yeterli değildir. Diğer taraftan bazı yayınevi ve şirketler okul öncesi döneme hitap eden yazılı, sözlü ve görüntülü materyal ve doküman oluşturmaktadır. Bugün, çocukların zevkle dinleyeceği fedakârlık, kahramanlık, karşılıksız sevgi, dürüstlük, doğruluk, tabiat sevgisi, Allah ve Peygamber sevgisi ile ilgili hikâye ve menkıbe kitapları az da olsa vardır ve bunların sayısı ve kalitesi gün geçtikçe artmaktadır. Resimli hikaye kitaplarından sözlü ve görüntülü CD'lere kadar çeşitlilik gösteren bu materyaller, çocuğun zihnî, toplumsal ve ruhî gelişiminde çok olumlu tesir yapabilmektedir. Ancak anne-baba veya eğitimcilerin çocuklara bu materyalleri kullanmada yardımcı ve destek olması gerekir. Onları okurken veya izlerken çocuk durmadan soru sorar, bu sorulara bıkmadan doğru cevaplar vererek çocuğun zihnî, fikrî ve mânevî yönü geliştirilmelidir. Eğer anne-baba çocuğa özel zaman ayırmıyorsa, çocuk bunlardan yeterince yararlanamaz. Ama çocuk eğitim kurumları bir program çerçevesinde bu materyalleri daha iyi değerlendirir ve çocukların daha iyi yararlanmasını sağlayabilir.
Okul öncesi eğitimin neticeleri
Okul öncesi eğitimin neticeleriyle ilgili değerlendirmelerin hangi kriterlere göre yapılacağı önemli bir problemdir. Bununla birlikte yapılan değerlendirmelerde, çocuğun ilerideki okul başarısı, suç işleme ve iş bulma durumu gibi kriterler kullanılmıştır. Meselâ, ABD'de böyle bir programdan geçmiş binlerce çocuğun okula uyumunun, böyle bir program uygulanmayanlara göre daha iyi olduğu ve lise sonda daha başarılı oldukları tespit edilmiştir. Okul başarısı yanında sosyal uyumları daha iyi, iş bulma oranı daha yüksek ve suç işleme oranı ise daha düşük bulunmuştur. Ayrıca daha yüksek başarı güdüsü, daha yüksek meslekî istek ve beklentiler, daha olumlu bir kişilik gibi psikolojik kazanımlar elde etmişlerdir. Bu uzun vadeli olumlu tesirlerin sebebi olarak, destek programlarının kazandırdığı öğrenme kabiliyetiyle ilgili gelişimler ile; öğretmen, aile ve okul gibi çevre faktörlerinin karşılıklı tesiri gösterilmiştir. Okul öncesi destek programına devam eden çocukların daha en başta öğrenme istek ve kabiliyetinde hızlı bir artış olmasının yanısıra, öğretmenlere daha fazla yaklaşma, ödevleri istekle ve dikkatle yapma, grup içinde daha iyi çalışabilme gibi becerilerinde de gelişmeler olduğu görülmüştür. Okul öncesi eğitimin doğruluk, dürüstlük, fedakârlık, iyilikseverlik, yardımseverlik, vefa gibi çocuğun insanî ve mânevî gelişimine tesirleri hakkında elimizde bir değerlendirme yok, fakat bu dönemin çeşitli tesir ve biçimlendirmelere en yatkın kısa bir dönem olduğu düşünülür ve eskiden beri çocuk edebiyatına verilen önem göz önüne alınırsa, okul öncesi eğitimin yapacağı olumlu tesirin büyüklüğü anlaşılabilir.
Erken bakım ve eğitimin en yüksek seviyede olduğu İsveç'te, çocuğun gündüz bakımı ne kadar erken başlarsa uzun vadeli yararların o kadar fazla olduğu bulunmuştur. Bu da kurum merkezli eğitimin kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Okul öncesi eğitim ve sosyalleşme
Her toplumun çocuk yetiştirme gâyesi farklıdır. Meselâ, Yahudiler içinde bulundukları toplumda ve dünya üzerinde varlıklarını sürdürebilmek için kurnazlık, girişkenlik ve esneklik gibi insan münasebetlerinde üstünlük sağlayan niteliklere önem vermiş ve çocuklarını bu niteliklere sahip olacak şekilde yetiştirmişlerdir. Kırsal kesimde yaşayanlar ise; çocukları tabiatla başedebilecek ve tabiî şartlara kolayca uyum sağlayabilecek nitelikte yetiştirmeyi yeğlemişlerdir. Savaşçı milletler ise; yiğitlik, bağlılık ve özveri gibi özellikleri kazanılması gereken en yüce değerler olarak görmüşlerdir.
Türkiye'de genel olarak ailelerin çocuk yetiştirmede ön plânda değer verdiği vasıflar arasında anne-babanın sözünü dinleme, kibar ve uysal olma, insanlara sevgi gösterme ve onlarla iyi anlaşma gibi sosyal davranışlar yer alır. Bunların yanında çocuklarda olması istenen diğer vasıflar, zihnî yönden gelişme, millî, ahlâkî, kültürel değerlere bağlı olma, hür düşünme, düşündüğünü rahatça ifade edebilme, dürüst ve sorumluluk sahibi olmaktır. Bazı aileler okul öncesi dönemde daha çok çocuğun öğrenmeyle ilgili yönünün gelişmesine önem verirler. Çabucak sayı saymayı öğrenmesi, renkleri ayırt etmesi, belli kavramları ve isimleri öğrenmesi gibi. Aslında bu, insanın sadece bir yönüdür. Halbuki, çocuk eğitimi bir bütün olarak ele alınmalıdır. Sadece çocuğun zekâsının gelişmesine önem vermek, diğer yönlerinin gelişmesiyle sağlanacak faydaların gözden kaçmasına sebep olmaktadır. Meselâ, çocuğun kendine olan güven eksikliği, entelektüel konularda ilerleme konusunda motivasyon eksikliğine yol açabilir ve bu da neticede zekâ puanının, okul başarısının düşmesine ve ileriki hayatında başarısızlığa sebep olur. Bundan dolayı, bu yaşta çocuklar belli şeyleri öğrenme ve ezberlemeye zorlanmamalı, diğerleriyle yarıştırılmamalı ve kıyaslanmamalıdır.
Çocukta özgüven, inisiyatif kullanma ve bağımsız haraket edebilme duygusunun gelişebilmesi için yakın sosyal çevresinin ve en başta annesinin desteklemesi gerekir. Eğer çocuk bir okul öncesi eğitim kurumuna devam ediyorsa; bu destek, kurum ve aile işbirliğiyle sağlanabilir. Eğer böyle bir kurumdan yararlanılmıyorsa, çocuklara uygulanacak program hakkında annelere destek sağlanabilir. Ancak ülkemizde böyle bir uygulama yoktur. Sadece bazı kurumların düzenlediği seminerlere katılarak, radyo ve televizyonda yayınlanan programları takip ederek sistematik olmasa da belli ölçüde çocuğa nasıl davranılacağı hususunda bilgi edinmek mümkündür. Ancak bunlar bir eğitim programı olarak düşünülemez.
Çocuk üç yaşına geldikten sonra, yeni şeyler deneyebilmek için yaşıtları ve daha büyük çocuklarla birlikte oynama ihtiyacı duyar. Bir arkadaşıyla oyun kurma ve arkadaşı tarafından reddedildiğinde hayal kırıklığını kaldırabilmesi için gerekli biyolojik altyapı üç yaşına doğru olgunlaşır. Yine üç yaş civarına doğru çocuklar evden bir süre uzakta kalmayı taşıyabilecek olgunluğa ulaşır. Kurumda her şey onların ihtiyaçlarına göre düzenlendiğinden, kendilerine rahatça oyun arkadaşı bulabilir, başka arkadaşlarıyla oynarken güçlerini ölçer; yapabilmeyi, başarabilmeyi yaşar; bireyle uzun süre meşgul olma alışkanlığı kazanır. Birlikte oynarken kuralların önemini ve değiştirilebilirliğini kavrar; birbirini gözetmenin, yardımlaşmanın lüzumunu anlar. Başkasının elindeki cazip oyuncağa her zaman ulaşamayabilir, böylece tahammül etmeyi öğrenir. Kendi haklarını korumayı öğrenirken, başkalarının hakkını gözetmeyi ve paylaşmayı öğrenir. Arkadaşlarına bakarak kendi kendine yeme, kendi işini kendi görme alışkanlıkları edinir.
Toplumsal kurallarla çevrili bir ortamda özgür davranmayı başarır. Kendini anlatma kabiliyeti artar, dil dağarcığı zenginleşir. Kurum çekingen ve sıkılgan çocukların daha girişken, daha bağımsız ve özgüvenli olmalarını sağlar. Diğer yandan çok şımartılmış ve hiç dizginlenmemiş çocuklar bu kurumlarda daha az bencil ve daha çok toplumsal olmayı öğrenirler.
Sonuç olarak, çalışan anneler mesai saatlerinde çocuklarının bakımını bir başkasına vermektedir. Önemli olan sadece çocuğun bakımı değil, eğitimidir. Bunun için aile yanında bakım yerine güvenilir ve kaliteli okul öncesi eğitim kurumlarını tercih etmeleri çocuğun her türlü gelişimi açısından daha doğru bir karardır. Çalışmayan annelerin de bu tür kurumlara ihtiyacı vardır. Çevrenin "bir çocuğa bakamadın mı" gibi suçlama ve yargılamalarının ve kendini "çocuğuna karşı sorumsuz bir anne" gibi görme yanlışlığına düşmenin bir anlamı yoktur. Çocuk yaşıtları arasında oynayarak, belli bir disiplin, belli ölçüde özgürlük ve yeterince sevgiyle gelişir. Önemli olan çocukla gün boyu beraber olmak değil, onbeş-yirmi dakika da olsa bütün ilgi ve dikkatini ona vererek onu sevmek ve ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunun için de yeterince zamanınız
ve özleminiz olacaktır