Bıdık ve Bıcır, yaşadıkları can ku rtarma maceralarından sonra yollarına devam etmeye karar verdiler. Ayrılmaz bir ikili olup kendilerini okyanusun derin sularına bırakmışlardı. Durmadan dolaşıp geziyorlar, bir sığınak bulup ev kurmak istiyorlardı. Bu yeni yaşamlarını sadece ikisi paylaşıyordu. Artık anneleri ve arkadaşları çok uzaklarda kalmışlardı. Dolaşmaktan yorulup da uykuları geldiği zaman bir kaya girintisine sığınıp biraz dinleniyorlar, sonra da yollarına devam ediyorlardı. Ilık ve sıcak deniz suyunu sevdikleri için su akıntılarının sıcak yöne akması ile birlikte o tarafa doğru kendilerine yön verip hareket ediyorlardı. Bıcır, akrobatik hareketleri çok iyi yapıyordu. Bıdık’ı da eğitmiş, bütün bildiği hareketleri ona da öğretmişti. En başta da kendilerini tehlikelere karşı koruyan kuyruk darbeleri geliyordu. Bıdık uykuda iken Bıcır onu bırakıyor, etobur oldukları için ikisinin de beslenmeleri açısından avlanmaya çıkıyordu. Bazı günler avını bol yakalıyor, kuvvetli çenesine iki büyük balık sıkıştırıp hemen Bıdık’ın yanına dönüyordu. Çoğu zaman dönüşler kısa oluyor, bol yiyecekle dönüp Bıdık’ı uykuda bıraktığı kayanın dibinde henüz uyanmamış olarak buluyordu.
Bir gün Bıcır, Bıdık’ı uykuda bırakarak avlanmak için gizli derinliklere doğru açıldı. Epeyce yol aldı. Bir ara uzaklarda, suyun yüzünde bazı hareketler olduğunu hissetti. O tarafa doğru kendisine yön verdi. Neler olduğunu görmek istemişti. Suyun yüzeyine doğru çıkmaya başladı. Hava çok sakindi, hiç rüzgar esmiyordu. Ortalık kalabalıktı, bir hareketlilik vardı. İyice dikkatli izledi. "Nedir bunlar? Bir sürü sekiz ve on yaşlarında çocuklar, teknelere binmiş ne yapıyorlar öyle? İyice bir bakmam lazım, evet şimdi anladım, bu bir yelken yarışı olmalı. Ama şu işe de bak! Hiç rüzgar esmiyor, çocuklar zor durumdalar, denizin ortasında kalmışlar, bu durumda kıyıya bile ulaşamazlar" diye düşündü. Ama bekleyip, durumu sessizce izlemeye karar verdi.
Çocuklar, hava kesilince ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Başlama komutu verildiği halde teknelerine yön veremiyor, bir türlü hareket edemiyorlardı. Kılavuz teknede bulunan iki hakem durmadan düdük çalıyor, optimistleri bir araya toplamaya çalışıyorlardı.
Teknede bulunan yarışçı çocukların en küçüğü Ali’ydi. Arkadaşlarının bir çoğu daha eğitimli oldukları için yelkenlerine yön verebiliyorlar, pek fazla zorluk çekmiyorlardı. Fakat Ali ne yapacağını şaşırmıştı. Kıyıya ulaşıp evine gitmek istiyordu ama bir türlü teknesine yön veremediği için hareket edemiyor, devrilmekten korktuğu için de ağlıyordu.
Bıcır her şeyi dikkatle izlediği için olayı hemen anlamıştı. İnsanlara alışık olduğu için de yardım etmeye karar verdi. Kimseye hissettirmeden yavaşça yelkenli teknelerin altından yüzerek ilerledi. Teknelerin hepsi de birbirlerine benziyordu. Ayırt etmek oldukça zordu. Ancak Bıcır çok akıllı bir yunus olduğu için teknelerin rengine, özellikle alt taraflarına dikkat etmişti. Üç renk tekne vardı: Beyaz, sarı, kırmızı. Ali’nin teknesi kırmızıydı. Bıcır suya dalmadan önce Ali’nin hareketlerine ve teknenin rengine göre kendisine yön verdi. Üstelik kulakları seslere karşı çok duyarlı olduğu için Ali’nin ağladığını çok iyi duyabiliyor, tekneye doğru yavaşça yaklaşıyordu. Tekneyi hareket ettirebilmek amacı ile sessizce altına girdi. Teknenin hareket etmesine yardımcı olan ve suya inen bir "salma"sı vardı. Bıcır burnunun ucu ile salmaya dokundu. Tekneyi hareket ettirmeye çalıştı. Biraz uğraştıktan sonra başarmıştı; tekne yavaşça ilerlemeye başlamıştı. Ali teknesinin ilerlediğini görünce sevinçten bağırmaya başladı:
- Hey arkadaşlar! Bakın ben gidebiliyorum, ama nasıl oldu anlamadım. Bakın! Gidebiliyorum işte!
Bıcır o kalabalık arasından tekneyi çıkarabilmeyi başarmıştı. Kıyıya doğru birlikte gidiyorlardı. Ali, yardım aldığından habersiz kendisinin başardığını zannedip teknesini evlerinin deniz kıyısındaki iskeleye doğru dümen yardımı ile götürmeye devam etti. Nihayet iskeleye ulaşmışlardı. Orada Ali’yi bekleyen annesi, babası, kardeşi ona el sallıyorlardı. Ali:
- Anne, baba bakın! Hava kesildi, yarış yapılamadı, tekneler denizin ortasında kaldı, ama ben buraya kadar gelmeyi başardım, dedi.
Anne ve babası teknenin altında bir hareket gördüler, dikkatle baktılar. O anda Bıcır, kendisini göstermenin zamanı geldiğini düşünmüş olacak ki teknenin arkasında bir takla atarak ortaya çıkıverdi. Ali’nin annesi:
- Bakın çocuklar, dedi. Burada bir yunus var.
İnsanlara alışık olan Bıcır, iskeleye yaklaştı. Çeşitli sesler çıkarıyor, onlara ayağa kalkar gibi bir şeyler anlatmak istiyordu. Ali’nin ailesi yunusun Ali’ye yardım ettiğini ve tekneyi iskeleye kadar onun getirmiş olduğunu hemen anlamışlardı.
Bıcır bir anda hepsinin sevgilisi oldu. Onlarla iletişim kuruyor, sanki olayı anlatıyordu. Ali bu duruma çok şaşırmış görünse de yunusu çok sevmişti. Ona teşekkür etmek amacı ile Bıcır’ı burnundan öptü. Ayrıca bundan sonra arkadaş olmalarını, onu ziyaret etmek için iskeleye ara sıra gelmesini söyledi. Bu konuşmalar böyle devam ederken, Bıcır aniden Bıdık’ı hatırladı. "Eyvah! Çok geç kaldım. Bıdık yalnız kaldı, hemen yanına gitmeliyim." diye düşündü. Ama buradaki insanları da çok sevmişti. Bıdık ile birlikte buraya tekrar gelecekti. İki üç takla atıp insanları selamladı ve oradan uzaklaşıp gözden kayboldu. Ali ve ailesi arkasından ona el salladılar.
Bıcır acele ediyordu. Bütün gücünü kullanarak koşuyor, yolda bulduğu balıkları ise çenesine sıkıştırıp taşıyordu. Epeyce geç kalmış, Bıdık’ı yalnız bıraktığı için üzülmüştü. Nihayet barındıkları kayalıklara ulaşabildi. Etrafına bakındı. Bıdık ortalıkta görünmüyordu. Çok merak etmişti. Telaşlı telaşlı dolaşırken, onun bir kaya girintisinde olduğunu gördü. Hemen yanına koştu:
- Bıdık hişt, dedi. Neredesin? Ben geldim.
Bıdık ise uykuya dalmış, onun geldiğini duymamıştı. Bıcır iyice yanına yaklaştı:
- Bıdık, bak yemek getirdim uyan! Haydi kalk! Birlikte yemeğimizi yiyelim.
Bıdık bu sesleri duyunca hemen uyanmış, arkadaşını karşısında görünce çok sevinmişti. Bıcır:
- Ben çok acıktım, dedi. Sen de açsındır. Hem yemeğimizi yiyelim, hem de sana bugün yaşadığım macerayı anlatayım. Bir gün ikimiz birlikte bugün gittiğim yere gidelim de seni Ali ve ailesi ile tanıştırayım.
Bıdık:
- Yine neler karıştırdın? Ne işler yaptın? Dedi. Haydi, çabuk anlat bana.
Bıdık ve Bıcır, ikisi kaşı karşıya geçtiler. Bıcır, Bıdık’ı hem besliyor, hem de ona yaşadığı macerayı anlatıyordu. Şirin sesler çıkarıp birlikte gülüyorlardı.
ÜMRAN KALFAOĞLU
Bir gün Bıcır, Bıdık’ı uykuda bırakarak avlanmak için gizli derinliklere doğru açıldı. Epeyce yol aldı. Bir ara uzaklarda, suyun yüzünde bazı hareketler olduğunu hissetti. O tarafa doğru kendisine yön verdi. Neler olduğunu görmek istemişti. Suyun yüzeyine doğru çıkmaya başladı. Hava çok sakindi, hiç rüzgar esmiyordu. Ortalık kalabalıktı, bir hareketlilik vardı. İyice dikkatli izledi. "Nedir bunlar? Bir sürü sekiz ve on yaşlarında çocuklar, teknelere binmiş ne yapıyorlar öyle? İyice bir bakmam lazım, evet şimdi anladım, bu bir yelken yarışı olmalı. Ama şu işe de bak! Hiç rüzgar esmiyor, çocuklar zor durumdalar, denizin ortasında kalmışlar, bu durumda kıyıya bile ulaşamazlar" diye düşündü. Ama bekleyip, durumu sessizce izlemeye karar verdi.
Çocuklar, hava kesilince ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Başlama komutu verildiği halde teknelerine yön veremiyor, bir türlü hareket edemiyorlardı. Kılavuz teknede bulunan iki hakem durmadan düdük çalıyor, optimistleri bir araya toplamaya çalışıyorlardı.
Teknede bulunan yarışçı çocukların en küçüğü Ali’ydi. Arkadaşlarının bir çoğu daha eğitimli oldukları için yelkenlerine yön verebiliyorlar, pek fazla zorluk çekmiyorlardı. Fakat Ali ne yapacağını şaşırmıştı. Kıyıya ulaşıp evine gitmek istiyordu ama bir türlü teknesine yön veremediği için hareket edemiyor, devrilmekten korktuğu için de ağlıyordu.
Bıcır her şeyi dikkatle izlediği için olayı hemen anlamıştı. İnsanlara alışık olduğu için de yardım etmeye karar verdi. Kimseye hissettirmeden yavaşça yelkenli teknelerin altından yüzerek ilerledi. Teknelerin hepsi de birbirlerine benziyordu. Ayırt etmek oldukça zordu. Ancak Bıcır çok akıllı bir yunus olduğu için teknelerin rengine, özellikle alt taraflarına dikkat etmişti. Üç renk tekne vardı: Beyaz, sarı, kırmızı. Ali’nin teknesi kırmızıydı. Bıcır suya dalmadan önce Ali’nin hareketlerine ve teknenin rengine göre kendisine yön verdi. Üstelik kulakları seslere karşı çok duyarlı olduğu için Ali’nin ağladığını çok iyi duyabiliyor, tekneye doğru yavaşça yaklaşıyordu. Tekneyi hareket ettirebilmek amacı ile sessizce altına girdi. Teknenin hareket etmesine yardımcı olan ve suya inen bir "salma"sı vardı. Bıcır burnunun ucu ile salmaya dokundu. Tekneyi hareket ettirmeye çalıştı. Biraz uğraştıktan sonra başarmıştı; tekne yavaşça ilerlemeye başlamıştı. Ali teknesinin ilerlediğini görünce sevinçten bağırmaya başladı:
- Hey arkadaşlar! Bakın ben gidebiliyorum, ama nasıl oldu anlamadım. Bakın! Gidebiliyorum işte!
Bıcır o kalabalık arasından tekneyi çıkarabilmeyi başarmıştı. Kıyıya doğru birlikte gidiyorlardı. Ali, yardım aldığından habersiz kendisinin başardığını zannedip teknesini evlerinin deniz kıyısındaki iskeleye doğru dümen yardımı ile götürmeye devam etti. Nihayet iskeleye ulaşmışlardı. Orada Ali’yi bekleyen annesi, babası, kardeşi ona el sallıyorlardı. Ali:
- Anne, baba bakın! Hava kesildi, yarış yapılamadı, tekneler denizin ortasında kaldı, ama ben buraya kadar gelmeyi başardım, dedi.
Anne ve babası teknenin altında bir hareket gördüler, dikkatle baktılar. O anda Bıcır, kendisini göstermenin zamanı geldiğini düşünmüş olacak ki teknenin arkasında bir takla atarak ortaya çıkıverdi. Ali’nin annesi:
- Bakın çocuklar, dedi. Burada bir yunus var.
İnsanlara alışık olan Bıcır, iskeleye yaklaştı. Çeşitli sesler çıkarıyor, onlara ayağa kalkar gibi bir şeyler anlatmak istiyordu. Ali’nin ailesi yunusun Ali’ye yardım ettiğini ve tekneyi iskeleye kadar onun getirmiş olduğunu hemen anlamışlardı.
Bıcır bir anda hepsinin sevgilisi oldu. Onlarla iletişim kuruyor, sanki olayı anlatıyordu. Ali bu duruma çok şaşırmış görünse de yunusu çok sevmişti. Ona teşekkür etmek amacı ile Bıcır’ı burnundan öptü. Ayrıca bundan sonra arkadaş olmalarını, onu ziyaret etmek için iskeleye ara sıra gelmesini söyledi. Bu konuşmalar böyle devam ederken, Bıcır aniden Bıdık’ı hatırladı. "Eyvah! Çok geç kaldım. Bıdık yalnız kaldı, hemen yanına gitmeliyim." diye düşündü. Ama buradaki insanları da çok sevmişti. Bıdık ile birlikte buraya tekrar gelecekti. İki üç takla atıp insanları selamladı ve oradan uzaklaşıp gözden kayboldu. Ali ve ailesi arkasından ona el salladılar.
Bıcır acele ediyordu. Bütün gücünü kullanarak koşuyor, yolda bulduğu balıkları ise çenesine sıkıştırıp taşıyordu. Epeyce geç kalmış, Bıdık’ı yalnız bıraktığı için üzülmüştü. Nihayet barındıkları kayalıklara ulaşabildi. Etrafına bakındı. Bıdık ortalıkta görünmüyordu. Çok merak etmişti. Telaşlı telaşlı dolaşırken, onun bir kaya girintisinde olduğunu gördü. Hemen yanına koştu:
- Bıdık hişt, dedi. Neredesin? Ben geldim.
Bıdık ise uykuya dalmış, onun geldiğini duymamıştı. Bıcır iyice yanına yaklaştı:
- Bıdık, bak yemek getirdim uyan! Haydi kalk! Birlikte yemeğimizi yiyelim.
Bıdık bu sesleri duyunca hemen uyanmış, arkadaşını karşısında görünce çok sevinmişti. Bıcır:
- Ben çok acıktım, dedi. Sen de açsındır. Hem yemeğimizi yiyelim, hem de sana bugün yaşadığım macerayı anlatayım. Bir gün ikimiz birlikte bugün gittiğim yere gidelim de seni Ali ve ailesi ile tanıştırayım.
Bıdık:
- Yine neler karıştırdın? Ne işler yaptın? Dedi. Haydi, çabuk anlat bana.
Bıdık ve Bıcır, ikisi kaşı karşıya geçtiler. Bıcır, Bıdık’ı hem besliyor, hem de ona yaşadığı macerayı anlatıyordu. Şirin sesler çıkarıp birlikte gülüyorlardı.
ÜMRAN KALFAOĞLU