Uzman görüşlerine göre 10 altın öğüt:
•Çocuklarınızın TV seyretme saatleriyle ilgili olarak kesin kurallar koyun! Okula gitmeden önce, yemek sırasında ve ev ödevleri bitmeden TV, video seyredilmesini yasaklayın!
• TV, video, bilgisayar oyunları ve internete ayrılan zamanı en çok 1-2 saat ile sınırlayın!
•TV’leri çocuklarınızı eğlendirecek bir dadı olarak kullanmayın!
•TV’yi odanızın baş köşesine koyup evin en önemli aracı hâline getirmeyin!
•Çocuk odasına aslâ TV ve bilgisayar koymayın!
•Çocukların hangi programları seyredeceğini siz tespit edin! O programdan sonra TV’yi kapatın ve programı çocuklarınızla tartışın!
•Çocuklarınıza kumanda âletiyle zapping yapmasına izin vermeyin.
•Hangi programın faydalı ve zararlı olduğunu ikna ederek anlatın!
•İzlediği programları takibe alın! Özellikle çizgi filmleri. Zararlı olanları kendilerine örneklerle anlatın!
•TV kanallarını, beğenmediğiniz yapımlar konusunda telefonla arayın! Unutmayın ki, program yapımcıları bu eleştirilerden daima etkilenirler.
Aslında ilk 3 yıl çocuğun televizyon ile tanışması da uzmanlar tarafından önerilmemekte.
Çoğu aile için sanırım kolay bir yol çocuğu tv başına geçirip, kendine zaman ayırması ve izlediği yayınları takip edememesi. fakat televizyon normal saatlerde dahi çocuklar için zararlı yayınları içermekte ne yazık ki.
Bu nedenle çocuğu kitap, oyun ya da çeşitli aktivitelere yönlendirmenin, televizyon başında yaratıcılığını köreltmemesi için gerekli ortamın hazırlanmasından yanayım.
Eğitim noktasında dikkat edilmesi gereken konulardan bir tanesi, hatta en önemlisi diyebilirim.
Aileler, görsel yayınlar konusunda çocuklarını başıboş bırakmamalıdır.
Bilgisayarımız, radyomuz, TV’miz birer bıçak gibidir. Bıçak yanlış kullanılırsa veya yerinde kullanılmazsa zararlı olur. Kızınca çoluk çocuğumuzu kesersek yanlış işte kullanılmış olur. Soğan doğrarsak faydalı işte kullanmış oluruz.
Kimi, (Ben televizyon izlemekten hiç hoşlanmam zaten, sadece maçlara bakarım) der. Bu, özrü kabahatinden büyük bir sözdür. Zamanımızın en önemli iki uyuşturucusu olarak bilinen televizyon ve müzik, yabancılar tarafından, hile ile kasten, birtakım amaçlar için bizlere empoze edilmiştir. Sadece maçları izliyorum veya birkaç kere kullanmak bağımlılık yapmaz diyerek kendimizi aldatmaya çalışmayalım. 90 dakika, uzatmalarla 120 dakikamızı bir topun peşinde koşan 22 kişiyi izlemeye harcayana kadar, yeni, faydalı bilgiler öğrenmeye, öğretmeye ayırmış olsak, hem dünya, hem de ahiret için çalışmış olmaz mıyız?
Biz maç izlemek, hanım günün dizisini izlemek isteyince, tartışma başlar. Çok iyi bir çözüm bulduklarını zanneden aileler, kavga etmemek için, eve bir televizyon daha alırlar. Eyvah! Biz birinden kurtulalım derken, iki tane oldu. Tabii ki, gününü mutfakta geçiren anne, bu televizyonu mutfağa koymak ister. Hem işimi yapar, hem televizyon izlerim diye düşünür, ama huzurunu kendi eli ile bozar. Zaten televizyondan arta kalan zaman olursa, yemekte buluşan aile, sohbet edecekleri yerde artık bağımlısı oldukları televizyonu izlemeyi sürdüreceklerdir. Peki, bu aile çocukları ile ne zaman ilgilenecek, çocuklarını ne zaman dinleyecek, okuldaki arkadaşlarını nasıl tanıyacak, çocuklarının sorunlarını ne zaman çözecektir?
Çocuklar, özellikle bebekler, hareketli, sürekli değişen nesne ya da görüntüleri çok sever. Televizyonda sürekli görüntüler değiştiği için zevkle izlerler; fakat bir süre sonra büyüdükçe çocuğumuzun konuşmadığını, ona seslendiğimizde bizi duymadığını ve çağırdığımızda yanımıza gelmediğini fark ederiz. Oysa çocuk nerede olursa olsun televizyonun sesini duyduğunda koşarak gelip büyülenmiş gibi televizyon izleyebilmektedir. Kulaklarında problem yok diye düşünürüz; ama asıl problem çocuğun iç dünyasındadır. Çocuk etrafı ile iletişimini koparmış, anne-babası ile göz kontağı bile kuramamakta, basit birkaç kelimelik cümleleri söyleyememekte, getir gibi basit emirleri algılamakta güçlük çekmektedir. Bu durum otizme, davranış bozukluklarına yol açmaktadır. [Otizm: Ömür boyu süren, beyinsel bir rahatsızlıktır. Sosyal etkileşimde, sosyal iletişimde kullanılan dilde veya sembolik yahut hayali oyunda gecikmelerle kendini gösteren sinir sisteminde düzensizliktir. Otizm, hayatın ilk 3 yılında ortaya çıkan bir hastalıktır.]
Televizyonun radyasyon yayması, beyin faaliyetlerini köreltmesi gibi zararlarını bilmeyen yok gibidir.
Bizim dikkat çekmek istediğimiz en önemli zararı, kötü öğeler içeren her türlü yayının çocuklara verdiğimiz ve vereceğimiz ahlaki değerlerimizle uyuşmayıp, çocuğumuzu başka kültür ve değerlere yönlendirmesidir ki, asıl hedeflenen de budur. Bu tür tuzaklara düşmemek için uyanık olmalı, hem kendimizi hem de ailemizi korumaya çalışmalıyız.
Çocuklar, daha çok da gençler, hayatı televizyondan gördükleri dizilerden, magazin programlarından tanıyorlar. Gençler, herkesin, eğlence merkezlerinde, lüks evlerde yaşadıklarını düşünüyorlar. Gençlik bunalımları ile de, ailelerine karşı gelerek, küçümseyerek, (bıktım bu hayattan, benim televizyonlardakilerden neyim eksik) diyerek yoldan çıkmakta, kandırılarak, kötü işlere alet edilmektedirler. Şu bir gerçektir ki, aile içi iletişimin katili televizyondur.
Televizyonun yaygınlaşmasıyla insanların beyin faaliyetlerinin yavaşladığından özellikle öğrencilerde beyin tembelliğine sebep olduğunu ABD Ulusal Eğitim Gelişimini Değerlendirme Dairesinin yaptığı eğitim istatistikleri doğrulamaktadır.
Bu konu ile ilgili hazırlanan rapora göre,
dördüncü ve sekizinci sınıfların % 16’sı,
on ikinci sınıfların % 22’si
temel yazma becerilerini öğrenememişler.
Yine aynı rapora göre, dördüncü, sekizinci ve on ikinci sınıfların ancak % 40’ı
yeterli okuma seviyesine ulaşabilmişler.
Dördüncü sınıfların % 7’si,
sekizinci sınıfların % 3’ü
ve on ikinci sınıfların % 6’sı ancak okumada ileri seviyeye gelebilmişler.
Bunun sebebi de şöyle izah ediliyor: Televizyon görüntülerindeki aşırı hız ve hareketliliğin yanı sıra, programların sık sık reklamlarla kesilmesi, dikkat sürekliliğinin kaybolmasına, yoğunlaşma kapasitesinin bozulmasına neden oluyor.
Gallup’un yaptığı ankette, katılımcıların çoğunluğu, televizyonu kapattıktan sonra rahatlama hissi duyduklarını, fakat pasiflik ve konsantrasyon düşüklüğünün sürdüğünü belirtiyorlar.
Televizyonun enerjilerini emdiğini ve kendilerini tükenmiş bir hale getirdiğini ifade ediyorlar.
Tam tersi olarak, kitap okuduktan sonra bu tür zorlukların nadiren görüldüğü belirtiliyor.
Eğitim uzmanı Karen River, çocukların televizyondan uzak tutulmasının nedenlerini şöyle açıklıyor:
“Sürekli televizyon seyretmenin, analitik düşünmeye ve okumayı gerektiren zihnî işlemlere zararı dokunduğu ispat edilmiştir. Okuma sürekli algılamayı ve satır satır takibi gerektirir. Fakat televizyon izleme, kısa, ardı ardına gelen ve hızlandırılmış sahnelere zihni alıştırır, bu da çocukta kolayca dikkat dağılmasına neden olur. Birçok mesaja gark olan çocuğun onlara anlam verecek vakti olamaz. Er geç, televizyon programlarının hızı ve art arda gelmesi çocuğun yazılı malzeme üzerindeki odaklanma kabiliyetini bozar.
Göz kasları, günlük kullanımla güçlenir ve gelişir. Okuma, karışık göz hareketi kullanımını gerektirir. Halbuki televizyon seyretme, gözü tek bir noktada tutarak, bu kasları etkiler. Çok televizyon seyretmeye alışmış çocukların, kitap okumanın gözlerini yorduklarını söylemeleri, göz kaslarının televizyon sebebiyle gelişememesinden kaynaklanıyor.”
Kitap okuma, insana, uzun süre konu değiştirmeden dikkatini toplama eğitimi kazandırırken, televizyon bunun tam tersine, insanın dikkatini bir noktaya toplamasını engelliyor.
Televizyon seyrederken, beyin faaliyetleri, uyanık bilincin belirtisi olan beta dalgalarını, düşük bilincin belirtisi olan alfa dalgalarına çeviriyor. Gözler açıkken normal olarak meydana gelmeyen belirli elektronik dürtüler, televizyon seyrederken meydana geliyor. Bu dürtüler gözü bir noktada uzun süre odaklıyor.
Bu yan etkiler, özellikle yeni okumayı öğrenen çocuklarda zararlı oluyor.
Çünkü bu zararlı etkiler, okumanın gerektirdiği özelliklerin tam tersini geliştiriyor.
Böylece, uzun süreli televizyon seyretme, kitap okumayı zorlaştırıyor.
Okuma ve düşünce becerisinin yerleşmediği toplumlarda, televizyon çok daha fazla etkileme gücüne sahip oluyor. Özellikle gösteri çağının öncülüğünü yapan televizyon sayesinde, halk sadece gösterilenle yetinmeyi tercih edip, kitap okumadan iyice uzaklaşıyor. Örneğin Türkiye, kitap okuma oranında çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalmış durumda. Japonya’da toplumun % 14’ü, Amerika’da % 12’si, İngiltere ve Fransa’da % 11’i düzenli kitap okurken, Türkiye’de durum % 0,01 yani, on binde bir! Böyle bir toplumdan ne beklenebilir?
Televizyonun olumsuz etkileri, olayın sadece okuma alışkanlığını köreltmesi cephesine bir bakış idi.
Toplumun nüvesi olan ailenin temeline dinamit koyan; utanma ve haya duygusunu yok eden yıkıcı programlar, manevi değerlerimizle alay eden; farkettirmeden sinsize seyircinin imanını çalan art niyetle hazırlanmış ölçüsüz dini tartışmalar...
olayın diğer cephesi; hatta daha vahim yönü.
__________________
•Çocuklarınızın TV seyretme saatleriyle ilgili olarak kesin kurallar koyun! Okula gitmeden önce, yemek sırasında ve ev ödevleri bitmeden TV, video seyredilmesini yasaklayın!
• TV, video, bilgisayar oyunları ve internete ayrılan zamanı en çok 1-2 saat ile sınırlayın!
•TV’leri çocuklarınızı eğlendirecek bir dadı olarak kullanmayın!
•TV’yi odanızın baş köşesine koyup evin en önemli aracı hâline getirmeyin!
•Çocuk odasına aslâ TV ve bilgisayar koymayın!
•Çocukların hangi programları seyredeceğini siz tespit edin! O programdan sonra TV’yi kapatın ve programı çocuklarınızla tartışın!
•Çocuklarınıza kumanda âletiyle zapping yapmasına izin vermeyin.
•Hangi programın faydalı ve zararlı olduğunu ikna ederek anlatın!
•İzlediği programları takibe alın! Özellikle çizgi filmleri. Zararlı olanları kendilerine örneklerle anlatın!
•TV kanallarını, beğenmediğiniz yapımlar konusunda telefonla arayın! Unutmayın ki, program yapımcıları bu eleştirilerden daima etkilenirler.
Aslında ilk 3 yıl çocuğun televizyon ile tanışması da uzmanlar tarafından önerilmemekte.
Çoğu aile için sanırım kolay bir yol çocuğu tv başına geçirip, kendine zaman ayırması ve izlediği yayınları takip edememesi. fakat televizyon normal saatlerde dahi çocuklar için zararlı yayınları içermekte ne yazık ki.
Bu nedenle çocuğu kitap, oyun ya da çeşitli aktivitelere yönlendirmenin, televizyon başında yaratıcılığını köreltmemesi için gerekli ortamın hazırlanmasından yanayım.
Eğitim noktasında dikkat edilmesi gereken konulardan bir tanesi, hatta en önemlisi diyebilirim.
Aileler, görsel yayınlar konusunda çocuklarını başıboş bırakmamalıdır.
Bilgisayarımız, radyomuz, TV’miz birer bıçak gibidir. Bıçak yanlış kullanılırsa veya yerinde kullanılmazsa zararlı olur. Kızınca çoluk çocuğumuzu kesersek yanlış işte kullanılmış olur. Soğan doğrarsak faydalı işte kullanmış oluruz.
Kimi, (Ben televizyon izlemekten hiç hoşlanmam zaten, sadece maçlara bakarım) der. Bu, özrü kabahatinden büyük bir sözdür. Zamanımızın en önemli iki uyuşturucusu olarak bilinen televizyon ve müzik, yabancılar tarafından, hile ile kasten, birtakım amaçlar için bizlere empoze edilmiştir. Sadece maçları izliyorum veya birkaç kere kullanmak bağımlılık yapmaz diyerek kendimizi aldatmaya çalışmayalım. 90 dakika, uzatmalarla 120 dakikamızı bir topun peşinde koşan 22 kişiyi izlemeye harcayana kadar, yeni, faydalı bilgiler öğrenmeye, öğretmeye ayırmış olsak, hem dünya, hem de ahiret için çalışmış olmaz mıyız?
Biz maç izlemek, hanım günün dizisini izlemek isteyince, tartışma başlar. Çok iyi bir çözüm bulduklarını zanneden aileler, kavga etmemek için, eve bir televizyon daha alırlar. Eyvah! Biz birinden kurtulalım derken, iki tane oldu. Tabii ki, gününü mutfakta geçiren anne, bu televizyonu mutfağa koymak ister. Hem işimi yapar, hem televizyon izlerim diye düşünür, ama huzurunu kendi eli ile bozar. Zaten televizyondan arta kalan zaman olursa, yemekte buluşan aile, sohbet edecekleri yerde artık bağımlısı oldukları televizyonu izlemeyi sürdüreceklerdir. Peki, bu aile çocukları ile ne zaman ilgilenecek, çocuklarını ne zaman dinleyecek, okuldaki arkadaşlarını nasıl tanıyacak, çocuklarının sorunlarını ne zaman çözecektir?
Çocuklar, özellikle bebekler, hareketli, sürekli değişen nesne ya da görüntüleri çok sever. Televizyonda sürekli görüntüler değiştiği için zevkle izlerler; fakat bir süre sonra büyüdükçe çocuğumuzun konuşmadığını, ona seslendiğimizde bizi duymadığını ve çağırdığımızda yanımıza gelmediğini fark ederiz. Oysa çocuk nerede olursa olsun televizyonun sesini duyduğunda koşarak gelip büyülenmiş gibi televizyon izleyebilmektedir. Kulaklarında problem yok diye düşünürüz; ama asıl problem çocuğun iç dünyasındadır. Çocuk etrafı ile iletişimini koparmış, anne-babası ile göz kontağı bile kuramamakta, basit birkaç kelimelik cümleleri söyleyememekte, getir gibi basit emirleri algılamakta güçlük çekmektedir. Bu durum otizme, davranış bozukluklarına yol açmaktadır. [Otizm: Ömür boyu süren, beyinsel bir rahatsızlıktır. Sosyal etkileşimde, sosyal iletişimde kullanılan dilde veya sembolik yahut hayali oyunda gecikmelerle kendini gösteren sinir sisteminde düzensizliktir. Otizm, hayatın ilk 3 yılında ortaya çıkan bir hastalıktır.]
Televizyonun radyasyon yayması, beyin faaliyetlerini köreltmesi gibi zararlarını bilmeyen yok gibidir.
Bizim dikkat çekmek istediğimiz en önemli zararı, kötü öğeler içeren her türlü yayının çocuklara verdiğimiz ve vereceğimiz ahlaki değerlerimizle uyuşmayıp, çocuğumuzu başka kültür ve değerlere yönlendirmesidir ki, asıl hedeflenen de budur. Bu tür tuzaklara düşmemek için uyanık olmalı, hem kendimizi hem de ailemizi korumaya çalışmalıyız.
Çocuklar, daha çok da gençler, hayatı televizyondan gördükleri dizilerden, magazin programlarından tanıyorlar. Gençler, herkesin, eğlence merkezlerinde, lüks evlerde yaşadıklarını düşünüyorlar. Gençlik bunalımları ile de, ailelerine karşı gelerek, küçümseyerek, (bıktım bu hayattan, benim televizyonlardakilerden neyim eksik) diyerek yoldan çıkmakta, kandırılarak, kötü işlere alet edilmektedirler. Şu bir gerçektir ki, aile içi iletişimin katili televizyondur.
Televizyonun yaygınlaşmasıyla insanların beyin faaliyetlerinin yavaşladığından özellikle öğrencilerde beyin tembelliğine sebep olduğunu ABD Ulusal Eğitim Gelişimini Değerlendirme Dairesinin yaptığı eğitim istatistikleri doğrulamaktadır.
Bu konu ile ilgili hazırlanan rapora göre,
dördüncü ve sekizinci sınıfların % 16’sı,
on ikinci sınıfların % 22’si
temel yazma becerilerini öğrenememişler.
Yine aynı rapora göre, dördüncü, sekizinci ve on ikinci sınıfların ancak % 40’ı
yeterli okuma seviyesine ulaşabilmişler.
Dördüncü sınıfların % 7’si,
sekizinci sınıfların % 3’ü
ve on ikinci sınıfların % 6’sı ancak okumada ileri seviyeye gelebilmişler.
Bunun sebebi de şöyle izah ediliyor: Televizyon görüntülerindeki aşırı hız ve hareketliliğin yanı sıra, programların sık sık reklamlarla kesilmesi, dikkat sürekliliğinin kaybolmasına, yoğunlaşma kapasitesinin bozulmasına neden oluyor.
Gallup’un yaptığı ankette, katılımcıların çoğunluğu, televizyonu kapattıktan sonra rahatlama hissi duyduklarını, fakat pasiflik ve konsantrasyon düşüklüğünün sürdüğünü belirtiyorlar.
Televizyonun enerjilerini emdiğini ve kendilerini tükenmiş bir hale getirdiğini ifade ediyorlar.
Tam tersi olarak, kitap okuduktan sonra bu tür zorlukların nadiren görüldüğü belirtiliyor.
Eğitim uzmanı Karen River, çocukların televizyondan uzak tutulmasının nedenlerini şöyle açıklıyor:
“Sürekli televizyon seyretmenin, analitik düşünmeye ve okumayı gerektiren zihnî işlemlere zararı dokunduğu ispat edilmiştir. Okuma sürekli algılamayı ve satır satır takibi gerektirir. Fakat televizyon izleme, kısa, ardı ardına gelen ve hızlandırılmış sahnelere zihni alıştırır, bu da çocukta kolayca dikkat dağılmasına neden olur. Birçok mesaja gark olan çocuğun onlara anlam verecek vakti olamaz. Er geç, televizyon programlarının hızı ve art arda gelmesi çocuğun yazılı malzeme üzerindeki odaklanma kabiliyetini bozar.
Göz kasları, günlük kullanımla güçlenir ve gelişir. Okuma, karışık göz hareketi kullanımını gerektirir. Halbuki televizyon seyretme, gözü tek bir noktada tutarak, bu kasları etkiler. Çok televizyon seyretmeye alışmış çocukların, kitap okumanın gözlerini yorduklarını söylemeleri, göz kaslarının televizyon sebebiyle gelişememesinden kaynaklanıyor.”
Kitap okuma, insana, uzun süre konu değiştirmeden dikkatini toplama eğitimi kazandırırken, televizyon bunun tam tersine, insanın dikkatini bir noktaya toplamasını engelliyor.
Televizyon seyrederken, beyin faaliyetleri, uyanık bilincin belirtisi olan beta dalgalarını, düşük bilincin belirtisi olan alfa dalgalarına çeviriyor. Gözler açıkken normal olarak meydana gelmeyen belirli elektronik dürtüler, televizyon seyrederken meydana geliyor. Bu dürtüler gözü bir noktada uzun süre odaklıyor.
Bu yan etkiler, özellikle yeni okumayı öğrenen çocuklarda zararlı oluyor.
Çünkü bu zararlı etkiler, okumanın gerektirdiği özelliklerin tam tersini geliştiriyor.
Böylece, uzun süreli televizyon seyretme, kitap okumayı zorlaştırıyor.
Okuma ve düşünce becerisinin yerleşmediği toplumlarda, televizyon çok daha fazla etkileme gücüne sahip oluyor. Özellikle gösteri çağının öncülüğünü yapan televizyon sayesinde, halk sadece gösterilenle yetinmeyi tercih edip, kitap okumadan iyice uzaklaşıyor. Örneğin Türkiye, kitap okuma oranında çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalmış durumda. Japonya’da toplumun % 14’ü, Amerika’da % 12’si, İngiltere ve Fransa’da % 11’i düzenli kitap okurken, Türkiye’de durum % 0,01 yani, on binde bir! Böyle bir toplumdan ne beklenebilir?
Televizyonun olumsuz etkileri, olayın sadece okuma alışkanlığını köreltmesi cephesine bir bakış idi.
Toplumun nüvesi olan ailenin temeline dinamit koyan; utanma ve haya duygusunu yok eden yıkıcı programlar, manevi değerlerimizle alay eden; farkettirmeden sinsize seyircinin imanını çalan art niyetle hazırlanmış ölçüsüz dini tartışmalar...
olayın diğer cephesi; hatta daha vahim yönü.
__________________