- Katılım
- 3 Mar 2009
- Mesajlar
- 384
- Tepki Skoru
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 31
Çoğunlukla bazı aileler; çocuklarının bir takım davranışlarını yorumlamakta güçlük çekerler. Ve çocuğun bu davranışının anlamını belirleyemedikleri için kararsız bir tutum içine girer ve yanlış tepki vermek suretiyle onun daha ileri olumsuz bir davranışa yönelmesine neden olabilirler. Sonunda da “Neden böyle yapıyor?” “Onu anlayamıyorum; onun yaşındaki çocukların birçoğundan daha iyi olanaklara sahip.” “Benimle nasılda saygısızca konuşuyor.” Gibi yakınmalarda bulunurlar...
Bu ve benzeri çocuk davranışları bizi şaşırtmamalı. Sadece yapmamız gereken onun davranışlarını anlamamız ve onu nelerin motive ettiğini bilmemiz gerekir. Çocuklar savunmasız dünyaya gelirler ve anne babasının yardımına muhtaç bir şekilde gelişirler. Onun ihtiyaçlarının giderilmesi ve sevilmesi aidiyet duygusunu geliştirir. Duygusal ve sosyal bilinci de bu temele dayalı olarak ilerleyen yaşlarında gelişecektir. Ayrıca, çocuklar çok iyi bir gözlemcidir. Anne babasının neler yaptığını, çevresinde olup bitenlerin neler olduğunu gözlemler ve birçok denemelere girişirler. Ve bu ortamda kendine bir yer edinebilmek için çırpınıp dururlar. Bu deneyimlere girişirlerken de kendilerinin güçsüzolduğunu fark eder ve yetersizliklerini gizlemeye ya da üstesinden gelmeye oldukça fazla emek harcarlar. İşte burada çocuğun çabaları olumlu sonuç verdiğinde kendine özgü benlik bilinci oluşmaya başlar. Bizlere düşen ise; girişimleri konusunda onu cesaretlendirmektir. Onu cesaretlendirmede; anne babanın yanında, büyük anneler ve babalar, kardeşler, teyzeler, dayılar, kuzenler ve çevresindeki diğer kişiler önemli rol oynarlar... Onu her fırsatta cesaretlendirmek gerekir. Eğer aile ortamı ona kendi benliğini tanımlama özgürlüğü veriyorsa, sağlıklı bir biçimde olgunlaşma yolunda gelişir. Burada çocuğu cesaretlendirecek birkaç cümleyi de belirtmemiz belki sizlere yol gösterici ve yararlı olabilir. Örneğin; “Bugün birlikte geçirdiğimiz zaman içinde çok eğlendim.”, “Bu işi yapmaktan hoşlanıyorsun galiba.”, “Yapabileceğinin en iyisini yaptın, elinden gelen çabayı harcadın.”, “Bunun üzerinde gerçekten iyi çalıştın.”, “Yardımın için teşekkür ederim. İşimi kolaylaştırdın.”, “Sen bu konuda kabiliyetlisin. Bana yardım eder misin?”, "Çok zor olduğunu biliyorum, fakat kabiliyetine de inanıyorum.”, “Gösterdiğin çaba için ne düşünüyorsun.” Gibi...
Çocukların; bu öğrenme ve yapma çabaları o kadar yoğundur ki hata yapması kaçınılmaz bir gerçektir. İşte bu devrede “sen başaramıyorsun” deyip onun yapmaya çalıştıklarını kendiniz yaparsanız, onda; güven duygusunun gelişmesini önlemiş, diğerlerine bağımlı bir kişilik geliştirmiş olursunuz. Çocuklar etrafında olup bitenleri sürekli algılar ve yorumlarlar. Böylece dünyayı algılamaları da tecrübeleriyle değişime uğrar. Ne kadar olumlu tecrübeye sahip olurlarsa, hayata karşı da olumlu bir bakış açısı geliştirirler. Zaten yanlış davranışları da büyüdükçe kaybolacak ve yerini daha olumlu davranışlara bırakacaktır. Böylece, kendinin değerli olduğunu anlayacak, kendini olduğu gibi kabul ederek kendi kendine saygı duyma bilinci geliştirecektir...
Çocuğunuzu yakından izler ve yapmaya çalıştıklarını gözlemlerseniz, onun, esas amacının ailede bir yer edinebilmek, güçsüzlüğünü alt ederek başarabilmek, genel kabul görebilmektir. Şayet çocuk, aile tarafından kabul edildiğini algılayıp özümseyemezse zihnen ve bedenen toplumsal dengeyi kuramaz ve yanlış davranışlara yönelebilir...
Çocuk aidiyet duygusu kazanamadığı ve özgüvenini geliştiremediği zaman öncelikle yanlış davranışlarını dikkat çekmek için sergiler. Özellikle de bu davranışını yetişkini memnun etmek ve ona hoş görünerek yer edinmek için yapar. Genellikle yetişkini eğlendiren veya kızdıran davranışlar olarak sergiler. (Rahatsız etmek, ısrar etmek, vurmak, kendini unutturmak, haylazlık etmek, hizmet edilmeyi beklemek... gibi.) Şayet bu davranışı anne baba ve yetişkinler tarafından genel kabul görürse çocuk; “ben sadece dikkat çektiğim zaman önemliyim” şeklinde yanlış bir düşünceye kapılarak bu davranışlarının dozunu artırarak sürdürür...
Bu durum karşısında, anne baba veya yetişkin o davranışı görmemezlikten gelebilir. Görmemezlikten gelindiği zaman bunun bir işe yaramadığını görür ve vazgeçer. Ancak, “dikkat çekmek” istemediği bir zamanda onunla ilgilenilmesi gerekir. Artık olumsuz bir durum yok düşüncesi ile ilgisiz kalınmamalıdır. Onunla doğal ortam içinde ilgilenmeniz gerekir. Önerimiz; “dikkat çekmek” için yaptığı davranış olumlu dahi olsa onu görmemezlikten gelebilirsiniz. Ancak, çocuğun iyi anlarını yakalamak suretiyle onunla ilgilenmeniz, olumlu davranışlarını ve yaptıklarını takdir ederek teşvik etmenizdir. Tabii, yerine göre teşekkür etmeyi de unutmamalısınız.
Çocuk bazen de, sadece güçlü olduklarında aileye ait olduklarını hisseder. Bu durum onu büyükleriyle güç mücadelesine girmesine neden olabilir. Öyle anlar olur ki çocuk “ben istediğimi yaparım sen beni durduramazsın” der. Büyüğünün kızmasıyla başlayan bu güç mücadelesi, çocuk, geri çekilinceye kadar sürer ve anne-baba çocuk üzerinde daha fazla güç kullanılır. Bu durumda çocuk gücün önemini anlar ve daha fazla güçlü olmanın yollarını arar. Bu senaryo her zaman böyle bitmez. Bazen de büyükler boyun eğer ve güç yarışından çekilir, işte o zamanda çocuk gücüne güç katmış olur. Güç gösterisini belirleyen davranış biçimleri olarak; sinirli tavırlar sergilemek, yersiz bir takım şeyler istemek, tartışmalar yaratarak şiddet içeren hareketlerde bulunmak, inatçılık yaparak ayak diremelerde bulunmak şeklinde sıralayabiliriz...
Güç gösterisinden sizin veya çocuğun çekilmesi her iki taraf içinde bir zafer değildir. Burada en önemli konu onu işbirliğine çekmenin yolunu bulmaktır. İş bölümleri yaparak ortaklıklar kurmak, birlik sağlayarak gücün o yönde kullanılmasını sağlamaktır. Yalnız bunlar yapılırken çatışma olmadığı bir zamanı seçmek gerekir. Ona görevler sıralayarak değil düşüncesini de alarak işlerin sıralanmasını sağlamak ve gücü o yönde kullanmak gerekir...
Eğer güç gösterisi daha ileri boyutlara taşınır ve devam ederse çocuk ve yetişkin arasındaki ilişki, incitici bir takım boyutlara ulaşır. Çocuk bu noktada öç aldığı zaman önemli bir kişi olacağını düşünür ve yetişkini incineceği bir noktadan vurur. Kendinin incindiği kadar onları da incitir. Zaten amacı da öç almaktır. Bu nedenle ilişkileri hiçbir zaman bu noktaya kadar taşımamak gerekir. Onları cezalandırmak, onlarda “öç alma” duygusunu artırır. Bu nedenle sakin olunan bir zamanda konuşmanın ve ona ailenin bir bireyi olduğunun anlatılmasında ve davranışlarımızla da bunu belirtmekte yarar vardır. Çünkü siz sadece kendi davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz. . Öç almada gösterilen davranış şekilleri olarak; sözle hakaret, intihara teşebbüs, sizi üzüntüye boğacak şekilde pasifleşme, sizin için çok önemli olan bir şeyi unutma, çok değer verdiğiniz bir antikayı kırma gibi...
Bazen de çocuk; anne-baba ve yetişkinlerin baskın gücü karşısında “yetersizlik inancı” geliştirerek yalnız kalmak ister. Yetersizliğe yönelmeyi, ailelerinin isteklerinden kurtulmanın tek yol olduğu sonucuna varır. Bu davranış tümüyle yetersizliğe yönelik değildir. Bazı alanlara yönelik olarak gelişir. Başka bir deyişle, yetişkinin bazı beklentilerini karşılamayacağı şeklinde karşımıza çıkar ve geri çekilir. Örneğin; matematiği başaramadığını belirterek o konudaki çalışma ve etkinliklerden kendini dışlar ve yalnızlığa çekilir.
Böyle durumlarda öncelikle onu tanımak ve matematik konusunda ısrarcı olmamak gerekir. Başarılı olduğu alanları ön plana çıkarak kendine güvenini güçlendirilme yolu tercih edilmelidir. İlgi duyduğu ve başarılı olduğu alanlardaki ilerlemeler teşvik edilirse inancı gelişir. Başarısız olduğu alanlarda ısrar edilirse “bilmiyorum” demek suretiyle “beni incitemezsiniz” savını geliştirmiş olur. Çocuklar küçük yaştan itibaren büyüklerine yardım etmek arzusu içindedirler. Büyükler bu ilgiyi iyi değerlendirir, onların yardım etmelerine izin verir ve cesaretlendirirlerse ilerde çok başarılı işler yapmasına zemin hazırlamış olurlar. Aynı zamanda kendileri için bir şeyler yapmayı öğrendiklerinde kendilerine güvenleri de gelişmiş olur.
İçinde yaşadığımız toluma şöyle basitçe baktığımızda; farklı kültürlerin bir arada yaşadığı, çoklu kültürsel bir ortamda yaşamımızı sürdürmek zorunda olduğumuzu anlarız. Tabii gelişmişliğe bağlı olarak; değişik inançlar, anlayışlar ve anlamalar çeşitli çatışmalara neden olmaktadır. Bu durumda; her bireyi, kendine özgü bir insan olarak değerlendirmek ve onun yaşam biçimine saygı duymak gerektiği ve bu çeşitliliğin sağlıklı toplumun harcı olduğu küçük yaşlardan itibaren çocuğa anlatılmalı ve yaşatılmalıdır. Çocuğa kendinden farklı kişilerle ilişki kurmanın zorluğu ve bunu aşmanın bir çaba gerektirdiği anlatılmalı ve bu konuda ona yardımcı olunmalıdır. Onun diğer çocuklar hakkındaki olumsuz düşüncelerini olumluya çevirebileceği ortamlar yaratılmalıdır. Böylece O, arkadaş çevresini genişleterek mutluluğu yakalamış olur.
Alfred Adler’in şu sözüyle yazımızı tamamlayalım. “Karşımızdakinin gözleriyle görmeli, kulaklarıyla duymalı, kalbiyle hissetmeliyiz...”
Geleceğimizi emanet edebileceğimiz çocuklar yetiştirmeniz dileğiyle...
Bu ve benzeri çocuk davranışları bizi şaşırtmamalı. Sadece yapmamız gereken onun davranışlarını anlamamız ve onu nelerin motive ettiğini bilmemiz gerekir. Çocuklar savunmasız dünyaya gelirler ve anne babasının yardımına muhtaç bir şekilde gelişirler. Onun ihtiyaçlarının giderilmesi ve sevilmesi aidiyet duygusunu geliştirir. Duygusal ve sosyal bilinci de bu temele dayalı olarak ilerleyen yaşlarında gelişecektir. Ayrıca, çocuklar çok iyi bir gözlemcidir. Anne babasının neler yaptığını, çevresinde olup bitenlerin neler olduğunu gözlemler ve birçok denemelere girişirler. Ve bu ortamda kendine bir yer edinebilmek için çırpınıp dururlar. Bu deneyimlere girişirlerken de kendilerinin güçsüzolduğunu fark eder ve yetersizliklerini gizlemeye ya da üstesinden gelmeye oldukça fazla emek harcarlar. İşte burada çocuğun çabaları olumlu sonuç verdiğinde kendine özgü benlik bilinci oluşmaya başlar. Bizlere düşen ise; girişimleri konusunda onu cesaretlendirmektir. Onu cesaretlendirmede; anne babanın yanında, büyük anneler ve babalar, kardeşler, teyzeler, dayılar, kuzenler ve çevresindeki diğer kişiler önemli rol oynarlar... Onu her fırsatta cesaretlendirmek gerekir. Eğer aile ortamı ona kendi benliğini tanımlama özgürlüğü veriyorsa, sağlıklı bir biçimde olgunlaşma yolunda gelişir. Burada çocuğu cesaretlendirecek birkaç cümleyi de belirtmemiz belki sizlere yol gösterici ve yararlı olabilir. Örneğin; “Bugün birlikte geçirdiğimiz zaman içinde çok eğlendim.”, “Bu işi yapmaktan hoşlanıyorsun galiba.”, “Yapabileceğinin en iyisini yaptın, elinden gelen çabayı harcadın.”, “Bunun üzerinde gerçekten iyi çalıştın.”, “Yardımın için teşekkür ederim. İşimi kolaylaştırdın.”, “Sen bu konuda kabiliyetlisin. Bana yardım eder misin?”, "Çok zor olduğunu biliyorum, fakat kabiliyetine de inanıyorum.”, “Gösterdiğin çaba için ne düşünüyorsun.” Gibi...
Çocukların; bu öğrenme ve yapma çabaları o kadar yoğundur ki hata yapması kaçınılmaz bir gerçektir. İşte bu devrede “sen başaramıyorsun” deyip onun yapmaya çalıştıklarını kendiniz yaparsanız, onda; güven duygusunun gelişmesini önlemiş, diğerlerine bağımlı bir kişilik geliştirmiş olursunuz. Çocuklar etrafında olup bitenleri sürekli algılar ve yorumlarlar. Böylece dünyayı algılamaları da tecrübeleriyle değişime uğrar. Ne kadar olumlu tecrübeye sahip olurlarsa, hayata karşı da olumlu bir bakış açısı geliştirirler. Zaten yanlış davranışları da büyüdükçe kaybolacak ve yerini daha olumlu davranışlara bırakacaktır. Böylece, kendinin değerli olduğunu anlayacak, kendini olduğu gibi kabul ederek kendi kendine saygı duyma bilinci geliştirecektir...
Çocuğunuzu yakından izler ve yapmaya çalıştıklarını gözlemlerseniz, onun, esas amacının ailede bir yer edinebilmek, güçsüzlüğünü alt ederek başarabilmek, genel kabul görebilmektir. Şayet çocuk, aile tarafından kabul edildiğini algılayıp özümseyemezse zihnen ve bedenen toplumsal dengeyi kuramaz ve yanlış davranışlara yönelebilir...
Çocuk aidiyet duygusu kazanamadığı ve özgüvenini geliştiremediği zaman öncelikle yanlış davranışlarını dikkat çekmek için sergiler. Özellikle de bu davranışını yetişkini memnun etmek ve ona hoş görünerek yer edinmek için yapar. Genellikle yetişkini eğlendiren veya kızdıran davranışlar olarak sergiler. (Rahatsız etmek, ısrar etmek, vurmak, kendini unutturmak, haylazlık etmek, hizmet edilmeyi beklemek... gibi.) Şayet bu davranışı anne baba ve yetişkinler tarafından genel kabul görürse çocuk; “ben sadece dikkat çektiğim zaman önemliyim” şeklinde yanlış bir düşünceye kapılarak bu davranışlarının dozunu artırarak sürdürür...
Bu durum karşısında, anne baba veya yetişkin o davranışı görmemezlikten gelebilir. Görmemezlikten gelindiği zaman bunun bir işe yaramadığını görür ve vazgeçer. Ancak, “dikkat çekmek” istemediği bir zamanda onunla ilgilenilmesi gerekir. Artık olumsuz bir durum yok düşüncesi ile ilgisiz kalınmamalıdır. Onunla doğal ortam içinde ilgilenmeniz gerekir. Önerimiz; “dikkat çekmek” için yaptığı davranış olumlu dahi olsa onu görmemezlikten gelebilirsiniz. Ancak, çocuğun iyi anlarını yakalamak suretiyle onunla ilgilenmeniz, olumlu davranışlarını ve yaptıklarını takdir ederek teşvik etmenizdir. Tabii, yerine göre teşekkür etmeyi de unutmamalısınız.
Çocuk bazen de, sadece güçlü olduklarında aileye ait olduklarını hisseder. Bu durum onu büyükleriyle güç mücadelesine girmesine neden olabilir. Öyle anlar olur ki çocuk “ben istediğimi yaparım sen beni durduramazsın” der. Büyüğünün kızmasıyla başlayan bu güç mücadelesi, çocuk, geri çekilinceye kadar sürer ve anne-baba çocuk üzerinde daha fazla güç kullanılır. Bu durumda çocuk gücün önemini anlar ve daha fazla güçlü olmanın yollarını arar. Bu senaryo her zaman böyle bitmez. Bazen de büyükler boyun eğer ve güç yarışından çekilir, işte o zamanda çocuk gücüne güç katmış olur. Güç gösterisini belirleyen davranış biçimleri olarak; sinirli tavırlar sergilemek, yersiz bir takım şeyler istemek, tartışmalar yaratarak şiddet içeren hareketlerde bulunmak, inatçılık yaparak ayak diremelerde bulunmak şeklinde sıralayabiliriz...
Güç gösterisinden sizin veya çocuğun çekilmesi her iki taraf içinde bir zafer değildir. Burada en önemli konu onu işbirliğine çekmenin yolunu bulmaktır. İş bölümleri yaparak ortaklıklar kurmak, birlik sağlayarak gücün o yönde kullanılmasını sağlamaktır. Yalnız bunlar yapılırken çatışma olmadığı bir zamanı seçmek gerekir. Ona görevler sıralayarak değil düşüncesini de alarak işlerin sıralanmasını sağlamak ve gücü o yönde kullanmak gerekir...
Eğer güç gösterisi daha ileri boyutlara taşınır ve devam ederse çocuk ve yetişkin arasındaki ilişki, incitici bir takım boyutlara ulaşır. Çocuk bu noktada öç aldığı zaman önemli bir kişi olacağını düşünür ve yetişkini incineceği bir noktadan vurur. Kendinin incindiği kadar onları da incitir. Zaten amacı da öç almaktır. Bu nedenle ilişkileri hiçbir zaman bu noktaya kadar taşımamak gerekir. Onları cezalandırmak, onlarda “öç alma” duygusunu artırır. Bu nedenle sakin olunan bir zamanda konuşmanın ve ona ailenin bir bireyi olduğunun anlatılmasında ve davranışlarımızla da bunu belirtmekte yarar vardır. Çünkü siz sadece kendi davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz. . Öç almada gösterilen davranış şekilleri olarak; sözle hakaret, intihara teşebbüs, sizi üzüntüye boğacak şekilde pasifleşme, sizin için çok önemli olan bir şeyi unutma, çok değer verdiğiniz bir antikayı kırma gibi...
Bazen de çocuk; anne-baba ve yetişkinlerin baskın gücü karşısında “yetersizlik inancı” geliştirerek yalnız kalmak ister. Yetersizliğe yönelmeyi, ailelerinin isteklerinden kurtulmanın tek yol olduğu sonucuna varır. Bu davranış tümüyle yetersizliğe yönelik değildir. Bazı alanlara yönelik olarak gelişir. Başka bir deyişle, yetişkinin bazı beklentilerini karşılamayacağı şeklinde karşımıza çıkar ve geri çekilir. Örneğin; matematiği başaramadığını belirterek o konudaki çalışma ve etkinliklerden kendini dışlar ve yalnızlığa çekilir.
Böyle durumlarda öncelikle onu tanımak ve matematik konusunda ısrarcı olmamak gerekir. Başarılı olduğu alanları ön plana çıkarak kendine güvenini güçlendirilme yolu tercih edilmelidir. İlgi duyduğu ve başarılı olduğu alanlardaki ilerlemeler teşvik edilirse inancı gelişir. Başarısız olduğu alanlarda ısrar edilirse “bilmiyorum” demek suretiyle “beni incitemezsiniz” savını geliştirmiş olur. Çocuklar küçük yaştan itibaren büyüklerine yardım etmek arzusu içindedirler. Büyükler bu ilgiyi iyi değerlendirir, onların yardım etmelerine izin verir ve cesaretlendirirlerse ilerde çok başarılı işler yapmasına zemin hazırlamış olurlar. Aynı zamanda kendileri için bir şeyler yapmayı öğrendiklerinde kendilerine güvenleri de gelişmiş olur.
İçinde yaşadığımız toluma şöyle basitçe baktığımızda; farklı kültürlerin bir arada yaşadığı, çoklu kültürsel bir ortamda yaşamımızı sürdürmek zorunda olduğumuzu anlarız. Tabii gelişmişliğe bağlı olarak; değişik inançlar, anlayışlar ve anlamalar çeşitli çatışmalara neden olmaktadır. Bu durumda; her bireyi, kendine özgü bir insan olarak değerlendirmek ve onun yaşam biçimine saygı duymak gerektiği ve bu çeşitliliğin sağlıklı toplumun harcı olduğu küçük yaşlardan itibaren çocuğa anlatılmalı ve yaşatılmalıdır. Çocuğa kendinden farklı kişilerle ilişki kurmanın zorluğu ve bunu aşmanın bir çaba gerektirdiği anlatılmalı ve bu konuda ona yardımcı olunmalıdır. Onun diğer çocuklar hakkındaki olumsuz düşüncelerini olumluya çevirebileceği ortamlar yaratılmalıdır. Böylece O, arkadaş çevresini genişleterek mutluluğu yakalamış olur.
Alfred Adler’in şu sözüyle yazımızı tamamlayalım. “Karşımızdakinin gözleriyle görmeli, kulaklarıyla duymalı, kalbiyle hissetmeliyiz...”
Geleceğimizi emanet edebileceğimiz çocuklar yetiştirmeniz dileğiyle...